11. BÖLÜM
11. ❝SUİKAST.❞
İtalya, Sicilya.
Noah Russo.
"Salvador nereye gitti?"
Dante, elindeki bir deste karta baktıktan sonra kafasını kaldırıp kumar masasındaki ahbaplara göze attı. Hepsi sırtlan gülüşüyle birbirini izliyordu. Masada yalnız birisi gergin görünüyordu, o da budala kardeşim. Kart oyunlarında Salvador ve benim kadar iyi değildi fakat bir süredir bu işi hırsa dönüştürmüştü, bir noktada kazanacağını düşünerek oynuyordu ama para kaybediyordu. Çok para.
Ortaya, elindeki kartı atıp gergin suratıyla bana döndü. "Karısının kucağındadır. Evlendiğinden beri mesaiyle çalışıyor, gece yarısı olmadan Angel'in yanına dönüyor."
Salvador çok aşıktı, hem de uzun süredir. Üstelik aşkı karşılıklıydı. Dante'ye göre aşk yersiz bir duygu, abartılmış hisler bütünüydü. Bana kalırsa öyle değil. Çünkü Salvador Angel'ı bulduğundan beri tamamlanmış gibi görünüyor, ne zaman öfkeli olsa onunla sakinleşiyordu. Salvador'un Angel olmadan nefes alamayacağını söyleseler inanırım.
"Aşk güzel bir şey Dante," dedim, iç çekerek.
"Siktir git."
Genelde bunu yapar, siktirip gitmemi söyler.
Onun yanında dikilip elindeki kartlara bakarken, dilediğim kartı atmasını bekledim fakat bunu yapmadığında yeniden kaybedeceğini anlayıp kafamı iki yana salladım. Rakipleri, Dante'nin ortaya attığı karttan memnun kalarak oyunu devam ettirirken, elimdeki kadehi çevirerek etrafıma göz attım. Dante'yi buradan alıp gitmem gerekiyordu, yoksa Salvador'un acımadan bizi kurşuna dizeceği kadar para kaybedecekti.
"Dante," diyerek başladım fakat gözlerim kumarhanenin aynılığı arasında birisini görerek yadırgadı. Bir duygu, içten gelen bir his bakışlarımı orada tuttu. Bu kızı kumarhanede hiç görmedim, görmüş olsaydım mutlaka tanırdım. Çünkü kimsede görmediğim kadar uzun saçları vardı. Ailemizde hiç olmayan bir renkti, sapsarı parlıyordu. Tutamlar, parmağımın etrafına dolayıp bırakmışım gibi dalgalı halde omuzlarından aşağıya dökülmüşlerdi. Teni o kadar beyazdı ki, o saçlarla çizgi filmden fırlamış bir masal kahramanını andırıyordu.
Başını kaldırdı ve onunla göz göze geldiğimde kalp çarpıntımdan göğsüm acıdı.
Bakışlarımız o kadar pürüzsüz şekilde birbirini bulmuştu ki, sanki bana bakmak için kafasını kaldırmıştı. Bana bir şey yapmış gibi hissettim, bakışlarımı çekemedim. Kulaklarımın etrafı ısındı, boynuma doğru sıcaklık akışı hissettim. O da benim gibi bakışlarını çekmiyordu, hafif şaşkınlık dışında o gözlerde hiçbir duygu yoktu ama bir şekilde aynı şeyleri hissettiğimizi düşündüm.
Sonra bir şey oldu, an dağıldı.
Yanında oturan her kimse, elini onun çıplak bacağına koydu ve ben ancak o zaman kızın yanındakinin Orlando olduğunu gördüm. Ona kulaktan kulağa su aygırı deriz. Bir pisliktir ama etrafımızdaki herkes onu ciddiye alır, saygı duyar. Kaba birisi, gülüşünde bile kulağa çirkin gelen bir şey vardı. Elli yaşından büyük olduğunu biliyordum, kafasının ön tarafında neredeyse hiç saç kalmamıştı. Göbeği o kadar ağırdı ki, güldüğünde kumarhane masasının üstüne yayılabilirdi.
Kıza bir daha bakınca gözlerinin önünde durduğunu gördüm, yüzü ifadesizdi fakat yumruğunu yanında sıkmıştı. Neler döndüğünü öğrenmek isteyerek Dante'nin kulağına alçaldım. "Şu kız kim?"
"Siktir git."
Gözlerimi devirerek, "Kızın kim olduğunu söyle," diye hırladım.
Kartları sertçe masaya bırakıp baktığım yere doğru kafasını çevirdi. Yüzüne yansıyan duygularını gördüğümde canım sıkıldı. "Ondan uzak dur Noah," dedi ciddiyetle ve kartlarını geri aldı.
"Neden?"
"Görmüyor musun yanında su aygırı var?"
"Kızı mı?"
"Noah, bazen gözlerinin önündeki gerçekleri görmekte kör oluyorsun. Tabii ki kızı değil, nişanlısı."
Öfkeyle soluk alıp doğruldum. Doğru, bir ay önce kadar Orlando'nun nişanlandığını duymuştum ama bu kızla olamazdı. O... küçüktü, yirmi beş yaşında bile olmadığına emindim. Orlanda onun için kaba, büyüktü.
"Nasıl?" diye sordum Dante'ye. "Kız... kendi isteğiyle onunla olamaz."
"Tabii ki olamaz," dedi Dante, fısıldayarak. "Ailesi, uyuşturucuyu İrlanda'ya transfer edebilmek için Orlando'dan yardım istemiş. O da karşılık olarak kızı."
Soluk borum yanmaya başladı, bu dünyadan neden nefret ettiğimi hatırladım. Uzak durmak mümkün olsaydı bunu yapardım ama bunun içinde doğmuştum ve aileme asla ihanet etmezdim. Bu yüzden üstüme düşenleri yapmakta iyiydim ama... diğerlerinden daha duygusal ve zayıftım. Dante'nin dediğini yapmaya çalışsam da yine gözlerim kıza kaydı, Orlando bacağını tutmaya devam ediyordu.
Birkaç dakika gözlerimi Dante'nin oturduğu masada tuttum ama sonra tekrardan kıza baktım. Adını Dante'den belki öğrenebilirdim ama kendisinden öğrenmek istiyordum. Kız, izlenildiğini hissedip durduğum yere baktı ve gözlerimi ondan ayırmadığımı görünce panikledi. Bakışlarını kaçırıp zorla oturtulduğu masaya ve yanında kahkaha atan Orlando'ya baktı. Tiksindiğine yemin edebilirdim.
"Noah," dedi Dante, uyararak. "Kes şunu, su aygırı fark edecek. Yeterince var, yeni bir düşmana daha ihyacımız yok."
Omzumu silktim. "Su aygırından korkacak değilim."
"Abin olarak sana emrediyorum, o kızdan uzak duracaksın." Bana doğru tıslayıp ortaya yeni bir kart attı. Yine yanlış kart. Ahmak.
Dante'yle göz göze gelip yanından ayrıldım ve ortada dolaşan elemanın tepsisinden yeni bir kadeh aldım. Üzerimdeki gömleğin düğmesini açarak terasa çıktım ve dirseklerimi korkuluğa yaslayıp içerideki kızı uzaktan izledim. Bu kez sırtını görüyordum. Zarif omuzlarından aşağıya inen elbise kıvrımlı belini sarıp kucaklamıştı. Saçları belinin hemen üstündeydi, kafasının küçük hareketinde bile saçları sırtında yumuşakça dalgalanıyordu. Orlando'ya eğilip bir şey söylediğinde dişlerimi sıkıp ileriye çıktım. Daha sonrasında yanından kalktı ve ince topuklu ayakkabıları üzerinde ilerlemeye başladı. Teras kapısına kadar gidip içeriye girdiğimde, Orlando'nun adamlarından birinin kızı arkasından takip ettiğini gördüm.
Kız, kumarhanenin kapısından çıktığında aramızdaki mesafe yüzünden biraz sonra kapıdan çıktım. Kırmızı halının serili olduğu dar koridorda yürüyordu, adam arkasından yavaşça gidiyordu. Biraz hızlandım ve kız köşeyi dönüp tuvaletlerin olduğu yere giderken, adama arkasından yaklaşıp belimdeki silahı çıkardım. "Bir sigara molası için dışarıya çık," diye fısıldadım. Nefesinin kesildiğini hissettim, hareket bile etmiyordu. "Ben de patronuna, kızın eteğinin altına baktığını söylemeyeyim."
"Bakmıyordum," diye karşı çıktı ama soğuk terler dökmeye başlamıştı.
"Dışarıya," diye emrettim bir daha ve silahı ensesi boyunca kaydırarak onun önüne geçtim. Karşısında durduğumda irkilerek geriledi, beni tanıdığını anladım. "Birkaç dakika sonra dönersin, kız burada olacak."
Dönüp kumarhane kapısına baktıktan sonra panikle hareket etti, kafasını sallayıp arkasını döndü ve istediğim gibi yeraltındaki kumarhanenin üst katındaki barına ilerledi. Silahımı yerine geri koyup arkamı döndüm ve koridor sonuna kadar yürüdüm, kafamı ileriye uzatarak tuvalete baktım. Bir kadın rujunu çantasına koyarak dışarıya çıkıyordu, beni alıcı gözlerle süzüp yanımdan geçti. Biraz sonra tuvalet kapısı tekrar gıcırdayınca kafamı uzatıp baktım, gelenin o olduğunu gördüğümde kalbim, gözlerini gördüğümdeki gibi attı. Giydiği ayakkabılara bakarken beni görmedi, bu yüzden köşeyi döndüğü sırada bileğine dokunup onu tuttuğumda ve köşeye çekip sakladığımda kısa bir çığlık atarak kafasını kaldırdı. Gözlerine yakından baktığımda saçlarıyla aynı renkte olduğunu gördüm, sıcacık ve parıltılarla doluydu. Güneşe gözlerimi kısarak bakmak gibiydi.
"Benim," dedim ona, sanki beni tanıyormuş gibi. Başını etrafında çevirip birilerinin olup olmadığına baktıktan sonra telaşla kafasını yukarıya kaldırdı. Heyecanlandığım için hâlâ kolunu tuttuğunu fark ettim ve onu rahatsız etmemek için elimi çektiğimde, bakışlarını kaçırıp ayaklarına baktı. "Noah, ben."
Adımı söylemem karşısında dudaklarından bir nefes aldı. Benden uzaklaşmıyordu, sadece yakalanmaktan korkuyordu. "Noah," diye adımı tekrarladığında kalbim yerinden çıkıyormuş gibi attı. "Birisi beni takip ediyor, seni görebilir."
Dokunmuyor olsam da ona yaklaştım, yukarıdan ve yakından loş ışıkta parlayan terine baktım. "Onu hallettim," diye fısıldadığımda inanamayarak başını kaldırdı. Saçlarının dökülüşünü izlerken bir adım daha yaklaşıp ayakkabımı topuklu ayakkabısına değdirdim. "Adını söyle bana."
Göğsü hızlıca hareket ettiğinde bakışlarım teninin açıklığına kaydı, sonra bakmamdan rahatsız oluyorsa çekilmek için gözlerine baktım ama orada yalnızca heyecanlı parıltılar gördüm. "Marianne," dedi alçak bir sesle, hızlıca. "Neden peşimden geldin?"
"Seni bir daha nerede görebilirim?" diye sordum, adını dudaklarımın arkasında birkaç kez yineleyerek. Marianne... Kulağa yumuşak ve tatlı geliyordu.
Sanki bu soruya cevap vermek istemiyormuş gibi dudaklarını birbirine bastırıp başını tekrar önüne eğdi. Boynuna doğru bakarken nefes aldım, üzerinde Chanel'e ait bir parfüm kokusu vardı ama ben bizzat onun nasıl koktuğunu merak ediyordum, kendi kokusunu... Bir daha etrafını kolaçan edip sonra parmak uçlarında yükseldi ve kulağıma doğru, "Yarın bir mağazaya gideceğim," dedi, sesi bu kez heyecanlıydı. Kesik nefesi tenime değince sırtım ürperdi. "Kabinde beni beklersen görebilirsin."
Gözlerime doğru baktıktan sonra arkasını döndü. Yanımdan kaçarken elinden tutmak istedim ama bir düş kadar hızlıydı, saçları arkasından uçuşuyordu. Sırtımı tekrar duvara yaslarken gülümseyerek kumarhane kapısından girmesini izledim. Ona hangi mağazaya gideceğini bile sormamıştım. Her neyse, bulurdum.
Elimi, yaklaştığı boynuma götürüp yutkundum ve aşağıya inen merdivenlerde o adamı görünce olduğum yerden ayrıldım. Koridora bakıp, "Kız nerede?" diye sorduğunda ona yaklaşıp karşısında durdum. Silahımı, gözlerinin içine bakarak belimden çıkardığımda kendi belindeki silaha davrandı ama çoktan alnının ortasını hedef almıştım. "Bir daha onu rahatsız etmeyeceksin," diye fısıldadım, bakışını kastederek. "Orlando'ya bırakmam, seni öldürürüm."
Koyu gözleri gözlerimde tutulu kaldı ve öfkeyle nefes alsa da başını aşağı yukarıya salladı. Büyük dedemin silahını onun alnına bir kez değdirip çektim ve sonra çenemle kapıyı işaret ettim. Rahatlamış bir nefes vererek kapıya doğru baktı ve içeriye yürürken, silahını korkuyla sıkıca tuttu. Kumarhanenin içine girdiğinde, "Dualar senden daha iyi korur," dedim, homurdanarak.
Aynı anda telefonum çaldığında ekranda yazan isimle beraber yüzüm gülümsemeye başladı. Haftada bir bu numaradan aranıyordum, yalnızca Karmen için. Aramayı kulağıma yasladım ve derhal, "Yeni bir iz mi?" diye sordum.
"Evet," dedi adam. Boğazım daraldı, heyecan dalgası nefes almamı zorlaştırıyordu. "Karmenle ilgili yeni bir iz buldum. Bulduğum izler Kanada yönünde olduğunu söylüyor."
"Oraya daha önce baktık."
"Her yere daha önce baktık."
Doğru, her ülkeye baktık onu bulmak için. Fakat hâlâ bulamadık. Demek ki eksik bakmıştık, yeniden, kardeşimi bulana kadar her taşın altına bakacaktım. "Tamam," dedim ona. "Helikopteri ayarlıyorum. Kanada'ya uçacağız."
Beni konumdan haberdar edip aramayı kapattığında telefonu cebime koyup gözlerim hiçbir şey görmeden içeriye girdim. Dante'nin oturduğu kumar masasına yürüyüp ona eğildim ve sevinçle, "Karmen'den yeni bir iz var," dedim.
Kaskatı kesildi ve bir saniye sonra elindeki kartları masaya fırlatarak kalktı, masadaki tanıdıklar Dante'ye anlamsızca bakıyorken, "Sıkıldım," dedi Dante kısaca.
Oyunu lider götüren adam onun dağıttığı kartlara bakarak, "Kaçıyorsun," dediğinde, gerginlikten sırtım kasıldı.
Dante avuç içlerini masaya koydu ve başını yana eğerek, "Bu gece kaybettiğim parayla banka cüzdanına bir sıfır daha eklendi, başka ne istiyorsun?" diye hırladı.
Adamın yanaklarına doğru bir sıcaklık hücum etti, elindeki kartları sıkmaya başladı. Dante kafasını iki yana sallayarak doğruldu. Ceketini masadan alarak benimle yürümeye başladığında, "Bir gün hepsini yeneceksin," diye fısıldadım ona.
Bana doğru bakarken asabiyeti anlık gülümsemeye dönüştü, kumarhanenin kapısından çıkarken de, "Seviyorum seni orospu çocuğu," dedi.
Sırıttım ve onun arkasından çıktım ama kapıyı kapatmadan önce son kez Marianne'ye baktım. Başı önünde duruyordu, cezasını çeken mahkûm gibi görünmesi bir parçamın burada, onunla kalmasını sağlayan şeydi. Küçük bir parça diye düşündüm ama sonra, yüreğimi böyle küçük bir parça nasıl yerinden oynatır diye merak ettim.
Kumarhaneden çıkıp üst kata geçtik, bardan ayrılıp arabaya atladığımızda Enrica’ya eve gideceğimizi söyledim. Dante ile yan yana oturduk ve araba hareket ettiğinde, "Üç yıl oldu," dedi bana, camdan dışarıyı izleyerek. Ceketini yanına atarak gözlerini yumdu. "Neredeyse dört yıl olacak. Onu bir kez bile göremedik, sesini duyamadık... Düşünüyorum da, ya ona bir şey olduysa? Karmen hayatta değilse?"
Acı çekerek, "Hayır," dedim. Karmen ölmüş olamazdı, o ve yeğenim bir yerdeydi, iyilerdi, belki isteyerek bizden saklanıyordu ama fark etmezdi, kardeşimizi ne hata yaparsa yapsın ne suç işlerse işlesin affederdik. Karmen bizi kalbimizden bıçaklasa bile abileri olarak onu korumakla yükümlüyüz. "O ve yeğenimizi bulacağız. Ailemize geri dönecekler kardeşim. Ne olursa olsun, bizi yok saymış bile olsa Karmen hep bize sahip olacak. O ve yeğenimiz bu dünyada yalnız olmayacaklar."
🎠
Türkiye, İstanbul.
Karmen Russo.
Yangının içinde bile soğuk kalmıştı, çünkü aslında ben yanarken buza dönüşmüştü kalbim. Ama o an karıştırdım, Deren'i öperken soğuğu ve sıcağı birbirinden ayırt edemedim. Belki de onu bir yangının içinde öpmeye kalkıştığım için beni yakan o mu yoksa somut olan ateş miydi, anlamadım. Ancak bu öpüşme bittiğinde dizlerim yere kapanmak üzereydi, karnımdan yukarıya ateş kıvılcımları yükseliyordu. Dumanlar büyüdüğü için başım dönmüştü, üzerimdeki hiçbir kıyafet tutuşmamıştı ama bir şeyi söndürmek isteyerek onu elinden tutarak depodan çıkarmıştım.
Şimdi, arabamdan aldığım şişedeki suyu onun kıpkırmızı olmuş ellerinden aşağıya akıtırken gözlerine hiç bakmıyordum. Arkamızdaki yangın hâlâ devam ediyordu, uzaktan itfaiyenin siren sesleri geliyordu. Deren arabanın koltuğuna oturmuş, donmuş şekilde avuçlarından aşağıya dökülen suya bakıyordu. İkimizin de elleri, yüzü, sıcaklığa doğrudan temas eden yerleri kızarmıştı. Fakat içerideyken kalbim doğrudan sıcağa temas etmemişti, öyleyse neden ısınmıştı?
"Bir daha bunu yapma," dedi Deren, yok saydığımız o öpücükten sonra ilk kez konuşarak.
"Neyi?" diye sordum.
"Beni öpmeyi," dedi, tek nefeste.
Ellerim yavaşladığı için kızarmış avuçlarına dökülen su da yavaşladı. "Peki."
"Beni durdurmak için öpme. Beni, gerçekten istediğinde öp."
Su tekrar akmaya devam etti ve dudağım yana doğru hafifçe hareket etti. Deren'in yüzüme baktığını hissediyor olsam da ben ona bakmadım. Şişeyle beraber doğruldum ve o beni izlemeye devam ederken arabama ilerledim. Bagajı açıp ilk yardım çantasında olan merhemi aldım, daha önce de bir tanesini Deren'e vermiştim. Merhemle dönerken itfaiye aracının girdiğini gördüm. Depoya yaklaşırken yavaşladı ve üniformalı çalışanlar araçtan inip aceleyle hortumu çekerken, Deren'de benim gibi onlara baktı. Arabanın önünde durup merhemi ona uzattığımda, "Önce kendi ellerine sür," dedi bana.
Başımı eğip is olmuş, kızarmış avuçlarıma bakarken ne kadar önemsiz olduğunu düşündüm. Deren'in hareket ettiğini gördüm ve arabasındaki başka su şişesini alıp bir anda beni bileğimden çektiğinde sersemleyerek ona döndüm. Şişeyi açıp is olan avuçlarıma su dökmeye başlarken, diğer eliyle de ellerimi alttan tutuyor, hafifçe ovuşturuyordu. Su bittiğinde ellerimin ıslaklığını izleyip sonra ellerimi kaldırdı ve göğsündeki tişörtüne silerek kurulamaya çalıştı. Tişörtü kirlenmişti ama ellerimi kurutabileceği başka şey yoktu. Kuruyunca merhemi alıp kapağını açtığı gibi ellerimin üstüne yavaşça sürmeye başladı. "Benim yüzümden oldu," dedi ellerimdeki kızarıklığı kastederek.
Kızardığı için hassaslaşan elimle baş parmağını tutarak iç çektim. "Senin için oldu."
Tuttuğum için durmak zorunda kalan elini ancak birkaç saniye sonra yeniden hareket ettirip merhemi iyice elimin üstüne yedirdi. "Nil'i dışarıda gördüğüne emin misin Karmen?"
"İçeride değil Deren. Yangın söndüğünde itfaiyeciler de bunu görecek, sen de rahatlayacaksın."
Tedirgin bir soluk alıp başını kaldırınca yüzündeki siyahlıktan önce kara gözlerini fark ettim. Sorumlu olduğum şeyler o yangın gibi büyürken, bir itfaiyecinin bize yaklaştığını fark ettim. Deren ellerimi aşağıya indirerek bıraktı ama benim aklımda onun ellerine merhem sürmediği kaldı. "Geçmiş olsun," dedi itfaiyeci ikimize de bakarak. "Nasıl oldu bu yangın?"
Deren soruya cevap vermek yerine sordu. "Arabanın içinde birisi var mıydı?”
Adam "Böyle bir ihtimal mi vardı?" diye sordu.
"Belki," dedi Deren, boğuk sesiyle.
İtfaiyeci arkasında kalan depoya baktı, diğer çalışanlar yangını küçültmüştü ama dumanlar etrafı çoktan kaplamıştı, her yer gri görünüyordu. "Arkadaşlar yangını tamamen söndürdüğünde buna cevap verebiliriz. Bir ambulans çağırdınız mı?"
"Hayır," dedim. "Bizim bir şeyimiz yok, iyiyiz. Yangının nasıl çıktığını da görmedik, dumanları fark edince yavaşladık ve arabayı kenara çekip itfaiyeyi aradık."
Deren'in konuşmaya gücü yoktu, herhangi bir açıklama yapmak istemiyordu. Bu adamı bir an önce göndermek, Deren'in Nil'in içeride olmadığından emin olduğunu sağladıktan sonra da gitmek istiyordum. İtfaiyeci ellerimize ve sonra da merheme bakıp düşünceli şekilde beni süzdüğü sırada, bir diğer arkadaşının seslenmesi bizi yeni sorudan kurtardı. Arkasına dönüp arkadaşına baktıktan sonra, "Yine de biz polise durumu bildiririz," diyerek itfaiye aracına ilerledi.
Deren başını çevirip etrafına baktı, ne aradığını ancak birkaç dakikadan sonra anladım. Fakat terk edilmiş bu yerde kamera falan bulamazdı, bu yüzden kendi araç içi kamerasına baktı ama yaşanılanlar sırasında o ufak kameranın bir görüntüyü bile kadrajına sığdıramadığına emindim. Küfrederek ellerini saçlarından kaydırdı. "Kim benimle bu alçak oyunu oynuyor, kim..."
Yaman olmadığına göre Derya.
Başka birisini düşünemiyordum. Ona Nil'in ortada olmadığını söylemiştim ve o da bunu fırsata çevirmişti, Deren'in parasına konmuştu. Yumruğumu sıkarak eğildim ve merhemi alıp eline sürmeye başlarken, "Nil'i gördüm dedim, yaşıyor, önemli olan bu Deren," diye fısıldadım.
Sakinleşmeye çalışıp derin nefes alırken gözlerime umutla baktı. "Eminsin değil mi? Tamam, beni kandırsınlar, parama konsunlar, umurumda değil Karmen... Yeter ki Nil içeride olmasın, hayatta olsun."
Bir anda ellerim zayıflamaya, titremeye başladı. Belki çok duman yuttuğum için zehirleniyorumdur dedim kendime ama hayır, beni tüketen bu duygunun ne olduğunu biliyordum. "Nil hayatta," diye güvence verdim ona ve sonra dizlerim titreyince Deren koltuktan kalktı, beni dirseklerimden tutarken, "Karmen?" dedi, sesi bir anda değişmişti. "N'oluyor?"
Beni, kalktığı koltuğa doğru yerleştirip kafamı arkaya yasladı ve önümde eğilip saçlarıma uzandı. Nefesi bana temas edecek yakınlıkta, "Duman'dan mı etkilendin?" diye sordu.
"Deren," dedim ama adının yanına ekleyecek hiçbir şey bulamadım, oysaki bir sürü cümle vardı ona söylemem gereken. Şimdi doğru zaman ama bir gün tüm cümleler anlamsız kalacak.
"Hemşiresin sen," dedi bana, duymam için yüksek sesle konuşarak. "Zehirlendiğini anlarsın. N'oldu? Neyin var?"
Cevap vermek yerine kafamı arkaya yaslayıp gözlerimi daha sıkı yumdum. Yangının suya karışan sesini duyuyordum, itfaiyecilerin bağırdığını da. Üzerimde taşıdığım çelik yelek her nefes alışımda göğsüme sanki batıyordu. O buraya girerken beni korumak için bunu giydirmişti ama ben ona kızının yangında yandığını düşündürmüştüm.
"Karmen, biraz daha bekle, seni hastaneye götüreceğim," dedi Deren, duman ciğerlerine yapıştığı için hâlâ öksürüyordu.
Dumanı soluyan boğazımdaki acı tadı hissedip yüz buruştururken, Deren'in elini dizime koyarak doğrulduğunu hissettim. Az önceki itfaiye çalışanı yaklaşınca endişeyle, "Birisi?" dedi, sonra ara verip yutkundu. "İçeride birisi var mıymış?"
Bu sorunun cevabı onun için yaşamla ölüm arasındaki o çizgiydi. Bunu anladın Karmen, yine de hiçbir şey yapmadın.
"Yangın yeni yeni söndü. Bir süredir yanıyormuş araba. Haliyle içeride birisi varsa da ona ulaşmamız çok zor fakat bir vücut parçasına, kemik kalıntısına rastlamadık." İtfaiyeci, gökyüzündeki dumanlara baktı. "Arabada patlayıcı varmış, içeride birisi olsaydı parçalarına bölünüp etrafa dağılırdı."
Deren Nil'in içeride olmadığından emin olunca ellerini yüzüne kapatıp arkasını döndü, itfaiyecinin devamında anlattıklarını arkası dönük dinledi. Onun içeride olma ihtimalinde vücuduna neler olacağını duymaya dayanamamış gibi elini kaldırıp, "Anladım," dedi, kesmesi için. "İçeride birisi yok, anladım."
Adam kafasını salladı ve yüzündeki tersi elinin tersiyle silerken, Deren arabasına yaklaşıp şoför koltuğuna yöneldi. İçeriye girerken itfaiyeci bir daha dönüp arkadaşlarıyla konuşmaya başlamıştı. Araba kapısını kapatıp direksiyonu tutan Deren bir daha etrafı griye boyayan dumanlara bakıp, "Nil hayatta," diye tekrarladı, onu yaşama bağlayan şeyi. "O adam organ kaçakçısı zaten, paranın peşinde olduğu en başından belliydi. Kimse Nil'in adını ölümle yan yana getiremez. O da bunu yaptığına, kızımı kullandığına, kızımı incittiğine ölesiye pişman olacak. Yemin ederim bunu sağlayacağım. Onun pişman olmasını sağlayacağım."
Derya'nın onun için bir tetikçi olduğunu söylediği aklıma geldi. Belki de birini öldürmek onun için de kolaydı, bu yüzden ona ne kadar zarar verebileceğinden emindi.
Deren, "Seni hastaneye götüreceğim," diyerek arabayı çalıştırdığında ilk bir iki dakika itiraz etmedim. Sonra depolardan uzaklaştığımızda, "Arabam orada kaldı," dedim.
"Ben aldırırım. Sorun değil." Bana doğru baktığında kafamı koltuğun üstünden kaldırıp elimi bileğime götürdüm, nabzıma baktım. "Daha iyi misin?"
"Hastaneye gitmeyeceğim," dedim. Eve dönmeliydim. Nil'i görmem lazımdı. Nasıl olduğuna bakmalıydım, Yaman'ın bunu neden yaptığını öğrenmeliydim. "Sen de hastaneye git, 1.derecede yanığın var gibi görünüyor, yüzün kırmızı ve tahriş olmuş. Merhem verirler kullanırsın."
"Kendi kendine geçer," diye fısıldadı önemsiz bir şeyden bahsediyormuşuz gibi. Elimi bileğimden çekip yüzüme götürdüm ve saçlarımı kulağımın arkasına koyarken, onun da yüzümü izlediğini gördüm. Arabayı kullanırken bunu yapmamasını söylemek üzere ağzımı açtım ama bakışları bu kez yüzümün aşağısına inince neye baktığını anladım. Dudaklarımın daha az dikkat çekmesi için kapatıp önüme döndüm. Yüzüne her döndüğümde, kafamı ona her çevirdiğimde bunu hatırlayacak mı diye merak ettim. Pişman olmak için kendimi zorladım, onu öptüğüme pişman olmak için çabaladım ama içten şekilde pişmanlık duymadım. Beni hem sarstı hem sardı.
"Ailemi trafik kazasıyla kaybettim," kelimeleri arabanın içini doldurduğunda düşüncelerim arasından sıyrılıp Deren'e baktım. Dirseğini camın kenarına yaslamış, camdan dışarıyı seyrederek arabayı kullanmaya devam ediyordu. "Kardeşimi alıp arabanın içinden çıkarken gördüğüm arabanın bomba gibi patlayıp alevlere dönüştüğüydü."
Duygularımı anlatacak kelimeler bulamayıp yutkundum. Alevleri gördüğünde neler hissettiğini daha da merak etmiştim. Belki de onu geri çekememe sebebim buydu, Nil gibi ailesinin de tekrardan o yangının içinde olduğunu düşünmüştü. "Kaç yaşındaydın?" diye sordum.
"Ben on dört yaşındaydım, Utku sekiz."
Çok küçüklermiş ama yangının içinden çıkabilecek kadar da cesur.
"Ailen çıkamadı mı?"
"Babam kaza olur olmaz kendinden geçti. Annem de sıkıştı, onu çıkaramadım." Çıkaramamış ama demek ki çıkarmayı denemiş. Şimdiki kadar güçlü bir adam değildir ama o zaman bile annesini çıkarmak için çabaladığını hayal edebiliyordum. "Annem... Yanarak ölmekten korktuğu için onun son istediğini yerine getirip Utku'yu aldım ve arabadan uzaklaştığım an arkamızdan gürültü çıktı."
Vücudum kontrol edemediğim şekilde ona dönüp koltuğuna yaklaştı. "Sonra nerede kaldınız?"
"Akrabalarımız bizi istemedi," dedi, sorularıma cevap vermeye devam ederek. "Ben de Utku ile ayrı yaşamak istemedim, bir şekilde... başımızın çaresine baktık."
Başını diğer tarafa çevirdiğinde, bu konu hakkında konuşmaya açık olmadığını düşündüm. "Ben annemi hiç hatırlamıyorum," dedim, yanağındaki is lekesini izlerken. "Ben bir yaşındayken ölmüş. Dedem annemin ölümü için hâlâ babamı suçluyor, babam da öyle olduğunu düşündüğü için buna karşı çıkmıyor. Abilerim nezaketten falan pek anlamıyorlar, onları bir kadın yetiştirmediği için belki de... Beni de abimler büyüttü." Bana herhangi birisi gibi değil de bir erkek şefkatiyle baktığında konuyu kendimden uzaklaştırmak istedim. "Yangından korkmuyor musun? Araba patladığında hiç düşünmeden ileriye koştun."
"Yanlışın yok. Doğru, korkarım," diye itiraf etti. Belki de ben çok baktığım için rahatsız oldu, elinin içiyle yanağındaki isi temizlemeye çalışırken biraz mahcup ama sert göründü. "Ama Nil'in orada olduğunu düşünerek deponun içine girdim, araba patladığında dünyanın sonuna geldiğimi düşündüm. Yangından korkup korkmadığımı bile hatırlamadım. Nil'in çığlığını duyuyordum sanki, canının yandığını hissediyordum, başka hiçbir şey düşünemiyordum. Yansam acıyı hissetmezdim. Bunun ne demek olduğunu anlayamazsın Karmen."
Anlayabilirim. Ama düşünüyorum, günün birinde sen beni anlayabilir misin diye...
Sanmıyorum.
Ne diyebileceğim ki. Haklı olacaksın.
"Seni tutmasam o alevlerin içime girecektin Deren."
"Beni öpmesen," diye değiştirdi gözlerimin içine bakarak.
Bir daha olmaması için bunu hatırlatmaması, üzerinde durmaması gerekiyordu. Üzerimde durdu evet, dudakları... Ensemin arkasından gelen sıcaklığı kafamın içinde hissettim ve ona, "Bana başka çare bırakmadın," dedim.
"Aslında hiç istemedin yani?"
Bir şey demeden önüme baktım. Evimin önündeydik, artık Nil'e çok yakındım. Arabanın durduğunu bile fark etmemiştim. Onu göreceğim için heyecanlandım, bu yüzden araba kapısını açıp dışarıya çıkmak için hareket ettim. Deren, hamlelerimi görüp dirseğimin arkasından tuttu ve beni koltukta kendinden tarafa çekti. "Bir iki gün telefonlarına çıkamayabilirim, Nil'i bulmak için bir durumla meşgul olacağım."
"Ne gibi bir durum?" diye sordum, kuşku duyarak.
"Bilmeni istemem."
Dik dik baktım. "Niye bana söyledin o zaman?"
Kaş çattı. "Beni ararsan ulaşamazsın, merak edersin diye."
"Merak etmem," dedim. Gerçekten ona böyle mi hissettirmiştim? Ona ulaşamazsam merak edeceğimi mi sanmıştı? Acaba neden? Ona çok uzun uzun bakıyordum, bunu kesmem lazımdı. "Neyle meşgul olacaksın? Nil'i bulmak için ne yapacaksın?"
Gözleri bana bakıyor olmasına rağmen dalgınlaştı, bir süre boşlukta asılı kaldı. Sonra karara varmış gibi kafa sallayıp kolumu bıraktı. "Birisi Nil'i bulmama yardım etmek, hatta direkt o adamı bulmak için bana bir şart koşmuştu. Önce reddettim ama..." ellerine doğru baktı, parmak üstleri kızarıktı ve bilekleri isten dolayı kararmıştı. "Bu yaşananlara bakınca... reddetme lüksüm olmadığını fark ettim. Yapmam dediğim şeyleri yapabilirmişim, Nil'e bir şey olma ihtimaliyle bu kadar sert yüzleşince anladım kendi itibarımın, hassasiyetlerimin, şerefimin, duygularımın bir önemi olmadığını."
Heyecanlandığımı gizlemeye çalışıp, "Organ kaçakçısını bulabilecek birisi mi?" diye sordum. Belki de doğru soru Nil'i bulabilecek birisi mi, olmalıydı.
"Evet. Eskiden korumalığını yaptığım birisi." Gözlerini açıp kapatırken tatsız bir ses çıkardı, kaç gündür uyumadığını tekrardan düşündüm. "Tasvip etmediğim işler yapmaya başlayınca korumalığını bırakmıştım. Kızımın kaybolduğunu duyunca bana yardım edeceğini söyledi, tabii ki beklediğim gibi de benden bunun karşılığında yapmayacağım bir şey istedi." Dudağı yana doğru hareket etti, bu kıvrım yüzüne alaylı bir gülümsemeyle yayıldı. "Ama yapabilirmişim, kızım için yapabilirmişim. Tüm
"Senden ne istedi?" diye sordum.
"Zor bir şey ama yapmam gerekiyor."
Önüne dönüp yüzünü eğince bunu söylemeyeceğini anladım, açıklamaktan bile rahatsız olmuş gibiydi. Bir suçtan bahsettiğini anlamıştım, belki de bu yüzden söylemiyordu. Her kimse, Deren'e suç işletecekti. Peki ya karşılığında o adamı gerçekten bulacak mıydı? "Sence Feda'yı gerçekten bulabilecek birisi mi?"
"Evet, bulur. Çünkü onun korumalığını bırakma sebebim insan kaçakçılığına başlama sebebiydi." Tiksindiğini, yüzüne yansıyan o duygudan anladım. Gözlerimin ucuyla koluma bakıyordum, önüne dönmüş olsa da beni tutmaya son vermemişti. "İtin teki anlayacağın. İt iti tanır. Tanıyor tabi onu."
"Senden bir suç işlemeni istiyor değil mi?"
"Suçun kendisi mi yoksa kime karşı işlendiği mi daha önemli sence?"
Bu soruyu yöneltip bir de o hiç ışığı olmayan gözleriyle bakması yok mu... Suçlarımdan birisi olduğunu bilmeden karşımda oturması, bir suç işlemeye yalnızca kızı için gidecek olması... Ve karşılığında suskunluğum. Sanırım artık o noktadayım. Kendim için hiçbir şey ifade etmiyorum. "Bence kime karşı işlendiği daha önemli," dedim yutkunarak.
Başını ağır ağır salladı. "Doğru, sen zaten suç işlemekten çekinmiyorsun. Senin için önemli olan kime karşı işlediğindir."
"Senin için de mi öyle?"
"Evet. Suçu işlediğimden çok kime karşı işlediğimi düşünürüm. Nihayetinde insan öldürebilirim ama bir tecavüzcüyle bir çocuğu öldürmek aynı seviye de bir suç değildir." Bir şeyler daha ekleyecek oldu ama durdu, başını kaldırıp bana baktı. Neden benimle konuşmaya devam ettiğini anlamamış gibiydi, ben de neden hâlâ yukarıya çıkmadığımı düşünüyordum. "Neyse, derin konular bunlar. Ne senin ne de benim takatim yok konuşmaya. Evine çık, dinlen."
Nil'i görmek için sabırsız olduğumdan onu daha fazla tutmak istemiyordum ama nereye gideceğini, neler yapacağını da merak ediyordum. "Deren sen de eve gidip biraz dinlen olur mu? Banyo falan yap, sonra ne yapacaksan yaparsın."
Göz kırptı. "Hani merak etmiyordun?"
"Salak," dedim araba kapısını bir daha açarak. Bu kez eliyle tutmadı, gözleriyle tuttuğunu hissettim. Arabadan inene kadar bana baktı ve kapıyı kapatmak için döndüğümde, "Umurundayım, biliyorsun," dedi.
"Asalak mısın? Yangının içinden çıktık, her yerimiz iğrenç görünüyor, dakikalar önce sinir krizi geçirdin ve seni öptüm..." öpücüğü eklemesem de olurdu, çünkü o öpüşme bize bir şey kattı ve bu onun bakışlarında da görünüyordu. "Bu kadar şey olmuş, hâlâ çocuk gibi umurundayım diye tutturmuşsun."
Kafasını koltuğunun arkasına yaslayıp iri elleriyle direksiyonu yavaşça kavradı. "Ben belki ama sen iğrenç görünmüyorsun."
Kalbimi hızlandırdığı için duyduğum öfkeyi nereden çıkaracağımı bilemeyerek, "Asalak," dedim bir daha ve kapıyı çarptım.
Kendimi yalnızca Nil'e odaklayarak sitenin güvenliğinden içeriye girdim, kendi yaşadığım apartmana ilerlerken arkama dönüp yalnız bir kez baktım. Araba hâlâ oradaydı. Önüme döndüm ve sol taraftan dönüp yaşadığım binanın kapısına kadar ilerledim. Bu açıdan hangi binaya girdiğimi göremiyordu ama onu Nil'in yaşadığı evime kadar yaklaştırmam çok büyük riskti.
Asansörden inip soluğu dairemin karşısında aldım ve kapıya deli gibi vurmaya başladım. Kapı, kalbim iki kez çarptıktan sonra açıldı ve Gece'nin korkmuş bakışlarıyla karşılaştım. "Nil nerede?" diyerek içeriye girdim ve koridorda yürüyüp odalara bakarken salondaki koltukta oturan Yaman'ı gördüm. Gece arkamdan, "Sana n'oldu?" derken, içeriye girdim ve gözlerimi ondan ayırmadan Yaman'a ilerledim. Eğilip üstündeki gömleğin yakasından tuttuğum gibi bağırmaya başladım. "Nil'i alıp nereye götürdün, ne yaptın ona? Neden yaptın bunu, niye sattın bizi?"
Yaman benim gibi öfkeden yanmıyordu. Her zamanki gibi sakindi. Önceki hayatını robot olarak tamamlamış olabilirdi. "Satmadım, kimseye bir şey anlatmadım."
"O zaman bunu neden yaptın? Deliye döndüm, eve girip de Nil'i göremediğimde neredeyse ölecektim!" Elini kaldırıp suratına bir tane geçirdiğimde, Gece inleyip beni tuttu ve Yaman'ın başı elimin altında kayıp diğer tarafa döndü. Çene hareketini gördüm ve elini yanağına götürüp bana bakarken, Gece beni uzaklaştırmaya çalışarak, "Dur, vurma," dedi, dehşete sürüklenmiş halde.
Ona da sinirlenip, "Benimle ona vurman gerekiyor, onu koruman değil," dedim bağıra bağıra.
"Diğer yanağını ben kızartmıştım zaten, şimdi iki tokat yemiş oldu!"
Dişlerim arasından soluk verirken kafamı eğip diğer yanağına da dikkatle baktım. Evet, Gece'nin beş parmak izini görmeye başlamıştım. "Bize bunu yapmayacaktın," dedim Yaman'a. "Bu işe beraber bulaşmadık mı? Nasıl bize ihanet edersin?"
"Çünkü akıl sağlığını koruyan tek kişi benim," dedi, sessizce. Elini yanağından çekip hiçbir şey olmamış gibi bana dönerken omuzlarını dikleştirdi. "Nil'i alıp sizi bulaştırmadan ailesine bir şekilde ulaştırmak istedim. Hem Gece'yi hem de seni bu işten çekip çıkaracaktım."
"Bir akıllı sensin çünkü değil mi piç?"
"Oha Karmen," dedi Gece.
"Oha Kaymen," diye bir ses tekrar etti.
Duymayı beklediğim ses beni tutup kendi içimdeki yangından çekti. Nil'e dönmeden önce yanımda sıktığım yumruklarımı serbest bıraktım. Öfkemi gölgelerin arasında bırakıp ona bakınca, kalbimi yerinde tutamadım. Parlayan gözleriyle, "Kaymen," diyerek bana koşuşunu izledim. "Seni çok özledim! Yüzüne n'oldu?"
Gece, "Tırtılım ya, ne tatlısın," dedi.
"Bir şey olmadı canım." Telaşımı soğukkanlılığım arkasında bırakıp biraz eğildim. Nil kafasını arkaya atıp gözlerime doğru bakınca ağzının etrafına çikolata bulaştığını gördüm. "Ben de seni özledim Nil, nerelerdeydin?"
Göz ucuyla Yaman'a doğru baktı ve yanakları utanmış gibi kızardı. "Yamanla parka gittik. Bana pamuk şeker aldı. Salıncağa bindirir misin dedim, bindirdi. Ha ha bir de..." heyecanla ekledi. "Beraber bindiğimizin adı neydi Yaman?"
Bu çocuk ne anlatıyordu? Yaman madem onu almıştı, neden ve nasıl geri getirmişti? "Tahterevalli," dedi Yaman Nil'e, biraz rahatsızlık duyarak.
"Ne?" dedi Gece, Yaman'a bakakalırken. "Sen koca adam... Tahterevalliye mi bindin? Hem de Nille beraber... Çocuk tekrar yere nasıl indi acaba..."
"Ee, kaydıraktan da kaydınız mı?" dedim gülümsemeye başlayarak. Yamanla Gece'de gülümsememe baktı ama aldanmadılar. "Ben Nil'i ararken sen cidden onunla tahterevalliye bindiğinden mi bahsediyorsun? Bana tekrardan aynı korkuları yaşattın, onu kaybettiğimi, bir daha bulamayacağımı sandım..." duygularım sözcüklere sıçrayınca sustum, ne hissettiğimi dışımdan söylemeye alışkın olmadığım için kendimi yadırgayıp yüzümü çevirdim. "Nille ilgileneyim, bunu konuşacağız."
Nil'i kucakladığımda, salondaki gergin havayı hissetmiş gibi gözlerini açıp sırasıyla hepimize baktı. "Başka neler yaptınız?" Diye sordum.
Nil'in gözleri pasparlak oldu. "Evime gittim!"
Odadan içeriye girerken neredeyse onu kucağımdan düşürüyordum. Güçlükle yatağa bırakıp, "Nasıl?" diye sordum.
Heyecanlanıp ayağa kalktı ve yatakta zıplamaya başladı. "Yaman beni eve götüydü ama içeriye girmedik. Babamı göyecektim ama babam gitmiş, öyle dedi..." ümidi kırılmış gibi ofladı. "İşi mi ne varmış, zaten hep işi oluyor. Annemin de babamın da hep işi var, beni sevmiyorlar galiba..."
"Nil, yok artık aşkım... Seni kim sevmez. Annen de baban da seni çok seviyor," dedim ona bunları düşündürmüş olmama inanamayarak. "Sadece... Bazen anne ve babalar çocuklarına gelecek hazırlamak için çok çalışmaları gerekir. Fakat baban seni geri aldığında yanından hiç ayrılmayacak, hatta annen de seninle daha çok vakit geçirmek isteyecek."
Söylediklerimi düşünüyormuş gibi yatağa oturup küçücük parmaklarıyla oynamaya başladı. "Keşke hem annemle olsam hem de babamla."
Bu dileği yüzünden duraksadım, sonra da güçlükle yutkundum. "Böyle istersin değil mi? Sen, annen ve baban?"
O masum, geri çevrilmeyecek kadar yüreğe dokunan gözleriyle bakarak başını salladı. "Evet, öyle istiyorum ama Derya n'olacak? O da olur kesin. Ama onu sevmiyorum. Ben, annem ve babam..." duraksadı, gülerken gamzeleri kalbime tutundu. "Seni unuttum Kaymen! Bir de sen olursun bizimle!"
Bizi bir arada hayal etmesi o kadar ütopik geldi ki, kendimi Nil'in yüzüne karşı gülmeye başlarken buldum. Sesli gülüşüm Nil'i şaşkına çevirdi ve ne yaparsam yapayım önünü alamadığım kahkahamı, onun gülmeye başlaması çoğalttı. Niye gülüyoysun?"
"Çok masumsun, her şeyi çok güzel hayal ediyorsun," diyerek onun bana sarıldığı gibi sarıldım ve dizime oturtup stresle attığım gülüşleri durdurdum. "Ama sana bir söz veriyorum Nil, Derya'yı senden uzak tutacağım. Baban bir daha seni ona yaklaştırmayacak." Nil'in bileğini tutup kendime çekerken gülüşüm kendiliğinden parçalanıp bir daha dönmeyecekmiş gibi dudaklarımdan ayrıldı. Nil'in bileğindeki izler hâlâ geçmemişti, belki de çocuğun kolunu incitmişti ve müdahale edilmediği için geçmiyordu. Bileğini öperken, "Seni kimse incitmeyecek amore mio," dedim, en sevdiğim ikinci kıza.
"Miyav mı?" dedi Nil, kıkırdamayla.
"Hayır, miyav demedim. Amore mio, dedim. İtalyanca'da aşkım anlamına geliyor." Yanağımı kafasının üstüne koyup bileğinin içini okşadım. "Sen de bana der misin?"
"Hımm," diye uzun bir ses çıkarıp gözlerimin içine baktı. "Amoye mi," diyerek de tekrar etti beni. "Böyle mi?"
"Sen nasıl söylersen söyle, ben aşkım dediğini anlarım." Bu sözcüğü Karina'dan bir iki kez duymuştum, konuşmaya başladığında söylediği ilk İtalyan'ca kelimelerdendi. "Karina ve sen benim aşkımsınız."
"Kayina mı?" dediğinde, ona başımı sallayıp komodinin yanında duran çerçeveyi işaret ettim. Dizimden kalktı, komodindeki çerçeveyi alıp yanıma döndü ve dizime oturup onu bana uzattı. Sol elimle Nil'i, sağ elimle de çerçeveyi tutarken zamanın kendisi mi yoksa benliğimin kendisi mi bilmiyorum, anıları sürükleyip Nil sayesinde sahip olduğum neşemi kalbimden söküp aldı.
Fotoğraf çerçevesini yaklaştırıp Karina'nın yanağından öptüm ve sonra Nil çerçeveyi elimden alıp benim yaptığımı tekrar edince, hiç gerçekleşmeyecek bir şeyi hayal ettim. Nil ile Karina'nın beraber olduğunu. Evet, hiç gerçekleşmeyecek... Ama olsun, hiç gerçekleşmeyecek olması bunu değersiz yapmıyor. Hatta o kadar güzel ve değerli ki, gerçekleşemeyecek kadar...
Dakikalar sonra Nil'i, elinde kalan fotoğraf çerçevesiyle uyuttuğumda odadan sessizce çıktım. Üzerimdeki is kokusu ve dudaklarımın altında saklanan bir hisle salona geri döndüğümde, Gece ile Yaman'ı sessizlik içinde buldum. Salonun ortasına doğru yürüyüp Yaman'a bakmaya başladığımda, Gece dudaklarını kemirerek bize yaklaştı. "Nil' alıp gittiğin dakikadan beri neler olduğunu anlatmaya başla."
"O gece eve geldim, senin anahtarlarından birisi Gece'deydi ama gün arabada düşürmüştü. Eve o anahtarla girdim, Gece telefonlara çıkmadığı için babası onu merak etmişti, burada mı diye bakacaktım..." Gece'ye doğru rahatsızca baktı, benden çok onu muhatap almasına hakikaten sinirlendim. "Gece'yi uyurken gördüm, Nil'de yalnızdı. Gece'nin nasıl stresli olduğunu bildiğim için onu bu mahvolmuş durumundan kurtarmak istedim. Gece'yi aldım, doğrudan ailesine götürecektim, bir şekilde teslim edecektim ama... Ertesi gün Gece aramaya başlayınca... Benden yapmamamı isteyince ona kayıtsız kalamadım."
Gece'ye doğru baktım, stresli şekilde el bileklerini ovuşturuyordu. Onun çok zorlandığı bir durumun içinde olduğunu biliyordum ama zaten bunu kendileri yapmıştı. "Nil babasının evine gittiğinizi söyledi?" Dedim. Ya yakalandıysa, kameraya yansıdıysa görüntüleri. "Parka da gitmişsiniz. Ülkedeki herkes artık Nil'i tanıyor, bizi nasıl riske atarsın?"
Yaman gözlerini sadece bir kez kapatıp açtı. "Gece aradığında Deren'in evinin önündeydim, Nil'i evinin önüne bırakıp ayrılacaktım, sonra arabayı değiştirip yoluma sessizce devam edecektim ama... Gece aradığında durmam gerektiğini hissettim, telefonlarını açınca da... O ne isterse onu yaptım."
"Nil ve ben umurunda değildim yani? Önce Gece istediği için onu parktan beraber aldınız, ardından Gece bu sorumluluğu kaldıramadığı, her geçen gün zorlandığı için onu kurtarmak istedin ve Nil'i alıp ailesine götürmeyi denedin. Fakat sonra yine Gece telefonda sana ağladığı için geri getirdin." Düşünüyorum, bir erkek için değerli olmak böyle bir şey mi diye? "Benim ne hissettiğim hiç umurunda olmadı öyle mi? Doğru, neden olsun zaten, beni doğru dürüst tanımıyorsun bile..."
Gözlerine tatsız bir panik havası hâkim oldu. Sonra dudakları sertçe kapandı, başını, doğru söylediğimi bildiği için yere eğdi. "Evet, yalnızca Gece'yi umursadım."
"Madem öyle, seninle işim bitti." Ona kapıyı gösterdim. "Evimden siktir olup git."
"Bekle, hâlâ her şeyi mahvetmiş değilim," dedi Yaman, elini kaldırıp sakin olmam için beni durdururken. "Bensiz sıkışırsınız, tüm ayak işlerinizi ben yapıyorum."
"Ayak işçiliğin bitti, siktir olup git." İkinci kez söylemekten gerçekten hoşlanmıyordum.
Yaman stresli şekilde Gece'ye bakınca ben de arkadaşıma baktım. İkimize de mesafeli şekilde bakıp bir şey demeden elindeki kahveyi içmeye devam ettiğinde, "Güveninizi bir daha boşa çıkarmayacağım," dedi Yaman. "Söz veriyorum Karmen. Şeref sözü."
Karşı çıkmak için ağzımı açmıştım ki, bir şey fark edip heyecanlandım. "Tamam, bir daha beraber deneyebiliriz ama... Önce senden istediğim şeyi yapman lazım."
Gece'nin rahat nefes verişini duydum, ardından Yaman'ın iç çekişini. Serinkanlı duruşuna geri dönüp, "Nedir?" diye sordu.
"Derya Deren'den para çaldı, nasıl çaldığını anlatacağım ama önce o parayı geri alabilmem için bana yardım edeceğine söz vermelisin."
Gece, "Bu nasıl oldu?" diye sorarken Yaman hemen kabul edip, "İstediğin buysa yaparım," dedi.
Koltuğa oturup dirseklerimi dizlerime koydum, onun Nil'i alıp ortadan kaybolmasıyla beraber yaşananları anlattım. O yapmadıysa Derya yapmıştı, bu yüzden neredeyse parayı onun aldığına emindim. Ortadan hızla kaybolmuştu, parayı da çoktan saklamış olmalıydı. Gece öğrendiklerinden sonra yüzümdeki lekelere daha anlamlı baktı ve Derya'ya küfürler sıralarken, Yaman ayağa kalkıp odanın içinde bir iki tur attı. Üzerindeki kravatını düzeltip eski haline döndürdü, huşu içinde başını salladı. "O kadar parayı bankaya yatırmaz. Bir anda o kadar para girişinin şüpheli karşılanacağını bilir, üstelik hesabı karısıyla beraber de kullanıyorsa. Bence parayı direkt elinin altında saklıyordur."
"Yani evde olduğunu mu söylüyorsun?" diye sordu Gece.
"Gece yarısı oldu, zaten şu an evine götürmekten başka şey yapamaz," dedim istemesem de Yaman'ı haklı bularak.
Yaman aynen, dercesine kafa sallayıp, "Evini bulmam için bana bir saat ver," dedi.
Gece heyecanlanarak, "Ama evine gidemezsiniz, Nalan vardır," dedi.
"Evden çıkacaklardır, o zaman gireriz," dedi Yaman, Gece'ye karşı konuşarak. Onu, beni dikkate aldığından daha fazla alıyordu, vücudu çoğu zaman ondan tarafa dönük oluyordu. Akabinde beni süzdü. "Sen evde kal, temiz kıyafetler giy. Ben Derya ile Nalan'ın evini bulup yakın mesafeden izleyeceğim, evden çıktıklarında seni arayıp haberdar edeceğim. Geldiğinde girip parayı alırız."
"Ya parayı başka bir yere götürdüyse, başka bir eve falan?"
"Üstüne olan evleri araştırırım. Eğer yaşadığı evde yoksa diğer bir ihtimali o zaman düşünürüz," dedi güvence vererek.
Bir şey kaybetmeyecektim, çünkü bu kez Yaman'dan beklentim bir şey beklememek üzerindeydi. Onaylayan bir kafa sesi çıkarıp elimi saçlarım arasından geçirdiğimde, Yaman genzini temizledi. "O zaman ben gideyim?"
"Kapının yerini biliyorsun," dedim.
Gece'ye doğru baktı ve onun kendisine bakmadığını görünce beni onaylamak adına kafasını sertçe salladı. Önümden yürüyüp koridora çıktı ve sokak kapısına kadar yalnız ilerledi. Kapıyı açıp, onda alışık olduğum bir sessizlik içinde evden ayrıldı. Yüzümdeki lekelere dokunup, “Seni suçladığım için özür dilerim," dedim Gece'ye, çok içimden geldiği için.
Gece inanamaz göründü, yine de bana bakıyorken dudakları hemen gülümseyecek gibi bir tutum içindeydi. Özür dilediğim için mahcup olup, "Önemli değil," dedi. "Ben unutmuştum bile. Benden şüphelenmekte haklıydın."
"Yine de özür dilerim. Hedefime o kadar odaklandım ki, gözüm başka bir şey görmemeye başladı."
Bunu anlıyormuş gibi üzgün şekilde içini çekip elindeki kupayı sardı. "Dediğim gibi, önemli değil. Önemli olan Nil'i bulmamızdı ve o eve geri döndü. Gerisi teferruat."
Onu önemsemeye yatkın olduğum için kurcalamayı sürdürdüm. "Böyle deyip içine atmıyorsun değil mi? Seni kırdıysam söyleyebilirsin."
Sanki üstüne düşmemle, çekip gitmememle mutlu olmuş gibi tastamam gülümsedi. "Evet, o an kırıldım ama geçti. Yalnız bir ricam var?" Koltuktan kalkıp yanıma gelirken ellerini ısrarla bir şey direteceği belli şekilde çenesinin altında birleştirdi. "Sen banyodan çıkana kadar tırtıl ile yatabilir miyim? Lütfeeeeen."
"Peki," dedim.
Yanaklarımdan öpüp parmak uçlarında odaya koştuğunda gözlerim bir müddet arkasında kaldı. Sonra ben de girip odadan almam gerekenleri alırken, Nil'in yanında ama ona dokunmadan, rahatsız etmeden uzandığını gördüm. Banyoya giderken koridor ışığını açık bıraktım, üstümdeki kötü kokan kıyafetleri çıkarıp sepete attım ve üstümde kalan çelik yeleği çıkardım. Bir süre elimde tutup ona baktım. Beni korumak için kendi vücudundan çıkarıp giymemi sağlamıştı. Bana bir şey olmasını istememişti. Bana bir şey olsa üzülür gibiydi.
Her bir düşüncede boğazımdaki yumru büyüdüğü için nefes alamadım, bu da gözlerimin dolmasıyla sonuçlandı. Ancak sonra acı bir nefesle kendimi sıkmayı bırakıp çelik yeleği kenara koydum. Kabinin altına girip saçlarımı, vücudumu kazır gibi yıkarken dudaklarıma değen su damlalarıyla beraber ellerimde yavaşladı. Dudaklarımdaki ıslaklık bana başka bir şeyi hatırlattı. Deren'in öpücüğün ilk saniyelerinden sonra beni öpmeye başlayıp diliyle dudaklarımı ıslatmasını düşündüm. Ağzımın içine doğru inlemişti, o ses kulağımdan gitmek bilmiyordu. Yankısı derinleştikçe karnıma ağrı istila ediyordu, onu başka şartlarla öpmüş olsaydım işi nereye kadar götüreceğini merak ediyordum.
Gerçekten... Ne yaptığımı zannediyorum? Onu düşünmemeliyim.
Üzerime sinen çiçek kokusuyla duş kabininden çıkıp bornoza sarındım. Lavabonun önünde dişlerimi fırçaladıktan sonra durup birkaç saniye parmaklarımı dudaklarımda beklettim. Ardından kafamı iki yana sallayıp çıktım, saçlarımdan damlayan sular göğsüme doğru iniyorken salona geçip sehpanın üstünden bir kâğıt aldım. Ardından çekmecesini açıp kalem aradım, bulduğum kalemi de alıp sehpanın önüne oturdum. Kalemi kâğıda bastıra bastıra yazmaya başladım.
Öldürülecekler listesi.
Feda.
Kadın doktor.
Karina'yı bizzat kaçıranlar.
Kaçırılmasına yardım edenler.
Onu boğarak öldürenler.
Hazırladığım listeye bakıp eklemem gereken bir şeyin olup olmadığını düşündüm. O yağmurlu günde Karina'yı kaçıranların görüntüleri mobese kameralarına yansımıştı ama hâlâ bulunamamıştı, iki kişi beraber yapmıştı. Kahrolası kapıyı açık unuttuğum için Karina'yı hiç zorlanmadan kaçırmışlardı. İşin başında olan Feda'ydı, organını alan doktordu, kaçırılmasına yardımcı olanların sayısına ulaşmak zordu ama bir kişiye ulaştığımda onlara da ulaşırdım. En sonunda da onu bizzat boğan kişi vardı, listenin sonuna onu bırakmıştım. Emri veren Feda ile Karina'yı elleriyle boğanları, en acı şekilde öldürecektim.
Kâğıdı katlayıp bir süre elimde tuttum, sonra banyoya girerken bile çıkarmadığım bileğimdeki kurdeleye baktım. Islaktı ama kururdu. Eğilip yorgunca alnımı bileğimin içine yasladım, kâğıdı avucumda sımsıkı kavrarken de gözyaşlarımı yavaşça akıttım. Karina'yı bugün apayrı özlüyordum, sanki bir yerden onun da bana kavuşmak için çırpındığını hissediyordum.
Üstelik hâlâ bir kez olsun rüyamda görmemiştim onu.
Belki gerçekten dargındı bana, küskündü.
Küçücük hayatına bana olan sevgisinden çok kırgınlığını sığdırdıysa diye düşünüyorum...
Eminim canı yanıyorken nerede olduğumu sorgulamıştı, neden gelmediğimi, ona neden yardım edemediğimi... Sözlere dökememiş olsa da hep beni beklediğini biliyordum. Bu gerçekliği farkına varınca yaptıklarımın pişmanlığı da hafifliyordu. Sonuçta Nil eninde ya da sonunda ailesine geri dönecekti ama Karina acı çekerek ölmüştü, bir daha nefes alamayacaktı.
Başımı kaldırıp gözyaşlarımı sertçe sildim ve yerimden kalkıp salondan çıktım. Yatak odama girip giyinmek için birkaç parça kıyafet aldım ve Karina'nın odasına geçtim. Çamaşırlarımı giyip üstüme bir tayt ile kapüşonlu geçirdim. Yaman'dan gelecek aramayı beklerken de Karina'nın yatağına oturup üzerindeki örtüye parmak uçlarımla dokundum. Doğumdan sonra geceler boyunca uykusuz kalmıştım, onunla benden başka ilgilenecek kimse olmadığı için sürekli karnını doyurmam, temizlemem, uyutmam gerekmişti. Bir daha onu doğururken çektiğim kadar acı çekmeyeceğimi düşünmüştüm. Çok yanılmışım.
Telefonum içeride çalmaya başlayınca kurdeleyi Karina'nın yatağı üstüne bırakıp ayrıldım. Odamda uyuyan Nil ile Gece'ye bakıp bir daha onları yalnız bırakmanın kuşkusuyla ne yapacağımı düşündüm. Başka çarem olmadığını fark edince de salona geçip Yaman'ın yetişemediğim aramasına karşılık onu aradım. Hiçbir şey demeden verdiği adresi dinledim ve sonra ceketimi alıp ıslak saçlarımla evden ayrıldım.
Gece yarısı olduğu için trafiksiz şekilde Yaman'ın söylediği adrese geldim. Yaman'ın arabasını görünce taksiden indim, şapkamı örtüp etrafıma baktım. Etrafımda villa konutlar vardı, Yaman'ın arabası kaldırımın sağ tarafındaydı. Dörtlüleri yakmış, bekliyordu. İlerleyip kapıyı açtım ve şoför koltuğunun yanına binerken ona göz ucuyla baktım. "Hızlı geldin," diyerek çenesiyle sokağın sonundaki iki katlı villayı gösterdi. "Nalan bir yarım saat önce evden apar topar çıktı, yanında Derya yoktu. Evde olsa Nalanla gideceğini düşünüyorum, muhtemelen evde kimse yok."
Evde olsa da fark etmezdi, canını yakar yine de Deren'in parasını alırdım. "Eve nasıl gireceğiz?"
"Kapıda kaldığımızı söyleyerek çilingir çağırdım. Birazdan burada olur. Birkaç dakikalığına karımmışsın gibi davran." Yaman'ın düz bir tonda söylediği her kelimeyi kabul ettim. Sanırım onun bu tarafını seviyordum. İş bitiriciydi, az ve öz konuşuyordu. İstenileni yapıp pek yorum da bulunmuyordu. Hatta bazen ona bir şey denildiğinde cevap bile vermeden yapıyordu.
Arabadan indik ve villanın kapısına kadar ilerlerken kameralara göz attık. Sonrasında çok uğraşmak istemediğim için yerden bir taş alıp bakış açısında olduğumuz kameraya doğru sertçe fırlattım ve kamera ekranı kırılırken ses çıkarınca etrafıma baktım. Görünürde kimse yoktu. Yaman kameranın kırıldığı hemen fark edilmesin diye etrafa saçılan parçaları topladı ve az sonra çilingir geldi. İkimizi süzerken de biraz şüpheli göründü, bu yüzden Yaman'ın cüzdanından birkaç yüz lira çıktı ve adamın ceketinin cebine girdi. Çilingir kuşku duysa da vakit ayırıp çelik kapıyı bizim için açtı ve sonra ortadan kayboldu.
İçeriye girdiğimizde telefonumun flashını yaktım ve onunla evin içinde sessizce dolaştım. Yaman silahını tedbir amaçlı çıkarıp arkamdan gelirken sırasıyla önüme çıkan her kapıyı açıp baktım. Eşyaları zor seçiyordum ama parayı yatak odasında veyahut başka bir özel odada saklayacağını düşünüyordum. Salona girince etrafı biraz kurcaladık, sonra geniş merdiven basamaklarını tırmanıp üst kata çıktık. Yaman her odayı benden önce açıp beni korumaya çalıştığında ona dik dik bakıp, "Harikasın canım ya," dedim.
Sırıttığını görünce gözlerime pek inanamadım. Yine düz düz bakıp bir şey söylemeyeceğini sanmıştım. Neyse, dercesine bir kafa hareketiyle sonraki odanın kapısını açtım ve buranın bir çalışma odası olduğunu görünce parayı saklayabileceği en iyi yer olduğunu düşündüm. "Sen de telefon flashını aç, ikimiz birden bakalım. Evde yoksa parayı hemen bırakıp çıkmıştır, çok fazla vakti olmamıştır. Siyah bir spor çantanın içindeydi para, bakarken buna dikkat et."
"Anladım," dedi sadece ve geniş kütüphane tarzı çalışma odasını dolaşmaya başladı. Kapaklı geniş dolapları açtım, içlerinde daha çok ev eşyaları veyahut kalın kitaplar vardı. Vakit kaybetmeyip diğer dolabı açtığım sırada Yaman'dan gelen, "Galiba buldum," sesini duydum ve hızla arkamı döndüm. Çalışma masasının altından bir siyah çantayı sürükleyerek çıkarıp ayaklarının ucuyla önüme itti. "Bu mu?"
Heyecanlandığım için ilk an tanıyamadım, dizlerim üstüne eğilip çantaya iyice baktım ve sonra fermuarını açtım. Işığı tuttuğumda kâğıt paralar karanlıkta parladı. "Evet, yüklü para var. Bu çanta," dedim gülmeye başladığımı hissederek. Ellerini o ateşe deli gibi uzatmıştı Nil için, bu kadar paradan da bir saniyede vazgeçmişti yine onun için. Şimdi bile ne kadar para kaybettiğini umursamıyordu ama ben, Derya'nın Deren karşısında kazanmasına asla izin vermeyecektim. "Geri zekâlı, parayı doğrudan evine getirmiş. Herhalde Deren'in o alevlere girip yanacağını falan düşündüğünden saklamayı bile düşünememiş..."
Kendi kendime konuşuyordum ki, kapının aniden açıldığını duyup elimdeki telefonu düşürdüm. Yaman bir adım öne çıktığında da kafamı kaldırıp gelene baktım. Derya'nın hayrete düşmüş suratına bakarken telaşlanmak yerine daha fazla gülmek istedim. Onu alt ettiğimi görmesi bu işi daha zevkli yapıyordu. Gözlerini elimde tuttuğum çantaya çevirdi ve sinirle gülmeye başlayarak, "Sen," diye fısıldadı. "Karmen... Lanet olasıca alevlerin içinde Derenle beraber yanmışsınızdır diye umuyordum."
"Canım, olur mu öyle şey, öncelik senin," dedim para dolu çantayla beraber ayağa kalkarken. "Doğrusu neredeyse beni bile kandırıyordun, neredeyse ben bile o alevlerin içine Deren ile girip Nil'i arayabilirdim... Deren'in Nil konusundaki hassasiyeti yüzünden onu öldürmeyecek olsan da yaralayabileceğini düşündün."
Üstüme doğru serçe yürümeye başladı ama Yaman aramıza girdiğinde ilk kez görmüş gibi ona baktı. Pek korkmadan üstüme doğru ilerlemeye başladığında, "Sıkarım," dedi Yaman, kendisini yine tek kelimeyle az ve öz ifade ederek.
"Siktir git," dedi Derya ve sonra tekrar bana baktığında bu kez ben aramızdaki mesafeyi kapatıp ona ilerledim. "Yeterince zengin görünüyorsun, neden parasını aldın?" diye sordum.
Bana hiddetle bakarak, "Mesele para değil," dedi, bağıra çağıra. "Mesele Deren'ın itibarsız, zayıf, zavallı birisine dönüşmesi anlıyor musun?"
En güçsüz, en hasarlı, en zayıflamış anında bile Derya'dan daha üstündü benim için. "Neden Deren'ı öyle birisine dönüştürmek istiyorsun? Nalan'ın ona geri dönme ihtimali hiç kalmasın diye mi?"
Söylediğimin gerçek korkusu olduğunu gözlerindeki panikten ve üzerime doğru gelen vücudundan anladım. Bir nefret içinde yüzerek, "Nalan beni bırakmaz," dedi.
"Nalan seni önemsiyor ama hâlâ gözlerini Deren'den alamıyo..." cümlem henüz sona ermeden boğazıma elleri dolandı ve aniden nefesim kesildi. Belki de boğulma hissine duyduğum hassasiyet yüzünden kıpırdayamadım, karşı koyamadım. Bir saniye içinde Karina'yı hatırladım ve Yaman, Derya'nın suratına salladığı yumrukla beni serbest bırakınca alamadığım nefes yüzünden öksürmeye başladım. Yaman, geriye doğru sendeleyen Derya'nın karnına tekme atınca Derya yere sert şekilde düşerek öfkeyle bağırdı. "Nalan değil, asıl Deren hâlâ onun peşinde."
"Geri zekâlı, kafayı yemişsin," dedim, elimdeki para çantasını Yaman'ın eline tutuşturup ona ilerlerken. Karnına aldığı darbe yüzünden kalkamıyordu, bu yüzden yüz yüze gelmek için eğilmek zorunda kaldım. Islak saçlarım yüzümü iki yandan kapatıyorken, "Deren'in Nalan'ı aklından bile geçirmediğine eminim," diye fısıldadım. "Deren bir kadını düşünüyorsa o benim. Fakat şu an Nalan veya başka bir kadın Deren'in umurunda değil. Tek düşündüğü Nil. Yersiz kıskançlıkların yüzünden tüm işlerimi mahvedeceksin..." bana yaptığı gibi ani şekilde boğazına yapıştım, alacağı bir sonraki nefesi ellerim arasında tuttuğumda gözleri ciddiyet ve kinle yandı. Tırnaklarımı derisine kadar bastırdım. "Eğer bir kez daha işlerimi batırırsan acımam, Nalan'ı ben alırım ellerinden. Bir bakarsın karın kaybolmuş, ölmüş... Ben, sonunda sahip olacaklarım için her şeyi feda etmeye hazırım, Nalan'ı bile."
Elime yapışıp beni itmek için tüm gücünü kullanırken yüzü kıpkırmızı olmaya başladı. "Nalan'ın kılına zarar gelirse bir dakika beklemeden Deren'e Nil'i kaçırdığını anlatırım. Beni dövermiş, Nil'e yaptıklarım yüzünden beni öldürürmüş umurumda olmaz."
Onun da bir zayıf karnı vardı. Nalan söz konusu olunca yapıp yapma ihtimalimi düşünmeden korkuyordu. "O zaman anlaştık diye düşünüyorum Derya. Benim işlerime karışmayacaksın, Deren'i daha fazla kahretmenin planlarını kurmayacaksın, onun sahip olduğu hiçbir şeye göz dikmeyeceksin."
Bileklerimi kırar gibi sıkarak beni ittiğinde, çığlık atarak suratına ellerimin tersiyle vurdum. Kafası arkaya düştü ve gözlerini kapatıp inlerken, bir yandan da sinirle güldü. Tükürerek önünden kalktım ve gitmek için arkamı döndüğümde, aniden suratımın üstünde bulduğum bir silahla donup kaldım. Silahın tetiğinde Yaman'ın ellerini gördüm ve namluya doğru bakıp, "Demek öyle?" dedim alçak bir sesle. "Derya'nın adamı mıydın? En baştan beri mi?"
Derya hı, sesi çıkarırken Yaman silahla beraber yüzüme biraz daha yaklaştı ve alnıma temas etti. Tenimde soğuk bir nefret dalgalanıyorken barut kokusunu aldım ve ona bunu yapmamasını söyleyecektim ki, Yaman aniden sırıtarak silahı indirdi. İç çekerek, "Takılıyorum," dedi. Sonra da yerde yatan Derya'ya göz atıp çok normal bir şaka yapmış gibi hayatımın akışına devam etmemi bekledi. "Hadi gidelim, Nalan'ın geri dönesi falan tutar."
"Benimle dalga mı geçiyorsun?" diye bağırarak uzandım ve elinde tuttuğu para çantasını almadan önce göğsüne sertçe vurdum. "Geri zekâlı, güven testinden geçiyorsun, nasıl böyle ahmakça davranırsın."
Derya, "Şimdi siz mi kavga edeceksiniz?" dedi inanamayarak.
Yaman silahı ona çevirip, "Esprili yanımın ortaya çıkışına karşı koyamadım," dedi ve ekleme yaptı. "Ayrıca, sana ne?"
Bu iki adama daha fazla tahammül edemediğim için arkamı dönmeden geri geri yürümeye başladım. Derya elimde tuttuğum para dolu çantaya bakarken, Yaman'da silahı onun üzerinde tutarak arkamdan gelmeye başladı. Sokak kapısını açık bırakıp çıktım ve arabaya yürürken, Yaman'da arkamdan gelip bana yaklaştı. "Senin için parayı buldum. Artık beraber devam ediyor muyuz?"
"İki dakika önce alnıma silah dayadın."
"Seviyesiz bir insanım, esprilerimin seviyeli olacak hali yok."
Durup yanıma döndüm, ona kızgınca baktıktan sonra da kaldığım yerden arabaya ilerledim. Para dolu çantayı açtım ve o bizi buradan uzaklaştırırken, önümdeki milyonlara baktım. Her kâğıt para iki yüz liraydı, çok büyük çantaydı. Bunları Deren'e veremezdim, bir süre bende kalmaları gerekiyordu. En azından parası yanmamış, hiç olmamıştı. Onu incittiğim doğruydu ama... diğer yandan onun görmediği gerçekleri gördüğümde onu koruyacaktım.
"Nalan'a gerçekten bir şey yapar mısın?"
Hayır.
"Çıkarlarıma bağlı."
Eve doğru giderken aldığım riskleri hesap ediyordum. Risklerin boyutlarını ve sonuçlarının beni nereye götüreceğini düşünerek birkaç karar aldım. Uygulamaya geçmek için de eve gitmeyi beklemem gerekti. Şapkamı arkaya atarak nemlenen ensemi silerken stres yüzünden midem ağrımaya başladı.
Araba otoparka girdiğinde beraber inip asansöre bindik. Daireye çıkıp anahtarımı çıkardım, kapıyı açtığımda girip girmemekte kararsız kalmış Yaman'a bakıp, "Gir," dedim.
Arkamdan geldi, arkamdan geldiği için gölgesini izledim. Koridorda sessiz yürüyüp odama girince Nil ile Gece'nin aynı sessizlikte uyuduğunu gördüm. Nil hâlâ evdeydi, bir daha da kaybolmayacaktı. Kendimi teselli etmeye çalışarak yatağın etrafını dolandım ve Gece'nin omzuna dokundum. "Canım, uyan, gitmemiz gerekiyor."
Gece gözlerini ovalayarak kendine gelirken, "N'oluyor?" dedi sersemleyerek. "Döndünüz mü? Hallettiniz mi?"
"Hallettik," diye kısa cevap verdim. Onu genelde kısa, çabuk cevaplarla geçiştirmemin sebebi yalnızca bu işler bittiğinde çok az şey biliyor olması, yargılanmamasıydı. "Kalkman gerekiyor, gitmeliyiz."
Nil'in üstünü örterek doğruldu. "Nereye gidiyoruz?"
"Sen söyleyeceksin?"
"Ne söyleyeceğim?"
"Bize ev lazım," dedim kendine geldiğine emin olmak için gözlerine bakarak. "Deren bu evi öğrendi, ayrılmamız gerekiyor."
"Öğrendi mi? Nasıl olur?"
"Orası önemli değil. Bildiğin boş bir ev var mı? Baban zengin, illaki şehirde başka evleri vardır."
Başını çevirip koridora doğru baktı. Yaman'ı aradığını anlayıp, "Burada, bizi götürecek," dedim.
Kafa sallayıp gözlerini ovaladı. "Şehirde bir yazlık var, Şile taraflarında... Sessiz, sakin yer. Hatta biliyor musun orası daha güzel olur, her sokakta güvenlik kamerası yok, yaz gelmediği için insanlarda yok... Nil rahatça parka da gidebilir."
"Anahtarını alabilir misin?" dedim dolabıma ilerleyerek. Hızlıca içinden elime ne geldiyse aldım, çantanın içine koymaya başladım. Gece, "Evet, eve uğrayıp alabilirim," dediğinde kafamı sallayarak odadan ayrıldım. Karina'mın, bebeğimin odasına geçip dolaplarını açtım. Kıyafetlerini görünce duraksadım ama sonra silkelenip içinden Nil için kıyafet aldım, Karina'mın kıyafetlerini kendi kıyafetlerim gibi fırlatamadım, nazikçe götürüp çantaya koydum.
"Nil'i uyandıracak mısın?" diye sordu Gece.
"Hayır. Battaniyeye sarıp kucağıma alacağım, yol boyunca göğsümde uyur."
Banyoya uğrayıp Nil ile kendimin diş fırçasını, macununu, banyo eşyalarını alıp geri döndüm. Gece çantayı Yaman'ın eline tutuştururken, etrafımı kontrol ettim. Beşiğe ilerleyip tekerlek kilidini çözdüm, sürükleyerek odadan çıkarıp Karina'nın odasına koydum. Kızımın eşyalarına titrek bir soluk alarak baktıktan sonra da odanın kapısını kilitleyip anahtarını kalbimin içine koymak istesem de cebime koydum. Sonra da ilerleyip en değerli şeyimden kalan parçayı yataktan aldım, Karina'mın fotoğrafını yanımda götürecektim.
Nil'i yataktan çok yavaş şekilde kaldırıp bir battaniyeye sardım. Göğsüme yaslayıp kafasını sakince üstüme koydum. Küçük elleri çenesinin altında birleşince bu kargaşanın içindeki sakinliğine, masumiyetine gülümseyerek odadan ayrıldım. Koridorda birbirine sessizce bakan Gece ile Yaman'ın arasından geçip sokak kapısından dışarıya çıktım.
Apartmandan, evimin kapısını kilitleyip ayrıldık ve Şile'deki eve giderken Nil'i göğsümden bir an olsun indirmedim. Kafası üşümesin diye araba ısıtıcısını açtırdım. Kızımla yaşadığım evi arkamda bıraktığım için bir duygunun daha hevesli şekilde öldüğünü hissettim. İçimdeki bir ilmek, kendime bağlı bir ip daha kopmuştu sanki.
Gece, evlerinden anahtarı sessizce aldığında yola devam edip bir saat sonra Şile'ye ulaştık. Ormanlık alanlara yaklaşıp viraj aldığımız yollardan geçtik, yollar darlaştıkça ağaçlar sıkılaşmıştı. Arabamız daha dar bir yoldan inerek Gece'nin tarif ettiği yere ulaştığında iki katlı, verandası olan bir yazlığın önünde durduk. Karanlıkta çok oyalanmadan içeriye girdik, ben Nil'i oturma odasındaki koltuğa bırakırken Yaman'a da şalterleri açmasını söyledim. Işıklar yandığında eve etraflıca baktım. Rahat döşenmiş beyaz koltuk takımı vardı, mutfak Amerikan tarzıydı ve koltuğa oturduğumda arkamda kalıyordu. Duvarlar yukarıya doğru çok uzundu, duvar kâğıtları minimal ve açık renkliydi.
"Babam yalnızca yaz aylarında buraya uğrar, onun dışında kimse gelmez."
Koltuğa örtülen çarşafları kaldıran Gece'ye baktım. Üzerinde trençkotu vardı, biraz üşüyor görünüyordu. Benim yüzümden çok yorulmuştu. Kafamı çevirip mutfaktan çıkan Yaman'a baktım. Elinde bir su bardağıyla, bizim aksimize dinç görünerek yanımıza gelirken, "Suyun akıp akmadığını kontrol ettim," dedi.
Bardaktaki suyu bir şey demeden Gece'ye uzattığında Gece doğrulup onun elindeki su bardağına şaşkınlıkla baktı. "Su istemedim?"
"Öksürüyordun," dedi Yaman, bunu yeterli bir açıklama görerek.
Gece su bardağını alıp almamakta tereddüt etti. "Bardak tozludur, aylardır gelmiyoruz bu eve."
"Yıkadım."
Gece su bardağını aldığında Yaman ona yakın durmaya devam etti, bu yüzden Gece aralarında kalan az mesafeye gözlerini dikip baktı ama Yaman bunu umursamadı. Nil'e dönüp baktım ve yan dönüp kıvrıldığını gördüğümde uykusunu bölmediğim için rahatladım.
Yanına oturdum ve Gece ile Yaman'a uyuyabileceklerini söyledikten sonra ışığı kapattım. Onlar sessizce ahşap basamakları çıkıp üst kattaki odalara girerken ben de dışarıdan vuran ışık sayesinde Nil'i izleyerek elimi çenemin altına koydum. Para çantası hemen önümdeydi ama onu nasıl Deren'e vereceğimi bilmiyordum. Galiba ancak bir gün her şey sona erdiğinde parayı ve yerini söylerdim.
Nil'in saçlarını okşamaya başlarken, "Beni bir gün hatırlamayacak olman güzel mi yoksa acı verici mi, ayırt edemiyorum," dedim.
Onun yanına doğru, vücuduna zarar vermeden uzanıp başımı kafamın arkasına koydum. Tavana doğru bakarken de Nil'in küçük elinin çeneme değdiğini hissettim, kendi etrafında dönmüştü. Çenemdeki eli bugün beni gülümseten ikinci şey oldu, nedense ilk gülümseyişimi de hatırlıyordum. Deren'in o yangının içinden çıktıktan sonra dediği şeyle dudaklarım kıvrılmıştı. Boştaki elimi ağzıma götürüp dudaklarıma dokundum, ne kadar kuru ve yıpranmış duruyorlardı. Acaba ona bir şey hissettirmiş miydi? Dudaklarım ya da öpücüğüm... Bu öpücüğüm mü öpücüğümüz mü onu bile bilmiyordum. Beni hiddetlendiği için mi öpmüştü, yoksa tuttuğu o şeye temas ettiğimde serbest kalmış bir hisle mi öpmüştü? Sanırım beni ne için öperse öpsün, günün birinde bir daha öpmeyi hiç istemeyecekti.
🎠
Karina'yı çok özlüyorum ama cennete gidemeyeceğim için onunla bir daha nasıl görüşeceğimi bilmiyorum.
Nil'in gülüşü sürekli Karina'yı düşündürüyor, bu yüzden bazen Nil'i yanımda sırf Karina'yı özlediğim için tuttuğumu düşünüyordum. Fakat onları birbirinden ayırt ettiğimde Nil'i ayrı olarak sevdiğimi farkına varıyordum. Nille Karina benziyordu ama birisinin gülüşü artık cennetten ulaşıyordu kulağıma, diğerinin gülüşü de yanımdan.
"Kaymen köpüklerle biraz daha oynayalım lütfeeeen."
Nil'in atleti ve şortuyla oturduğu küvete doğru bakarak başımı ağır ağır salladım. Onu banyo yaptırmıştım, utanacağı için de çamaşırlarını çıkarmamıştım. Küvette biriken köpüklerle o kadar eğlenmeye başlamıştı ki, bir saat geçmesine rağmen banyodan çıkamamıştık. Gece aşağıda oturuyordu, Yaman gün aydınlandığında evden ayrılmıştı. Ev için bazı şeyler almaya yollamıştı onu Gece.
Nil, "Köpükleri bulaştıyayım sana," diyerek ellerini yüzümde hızlıca dolaştırmaya başladı.
Yüzümden aşağıya inen köpüklere kayıtsız kaldım. "Gözlerin acıyor mu?" diye sordum.
"Acımıyoy Kaymen, Dalin acıtmaz." Her tarafı Dalin kokuttuğu doğruydu, Deren'i bir daha gördüğümde yeniden onunla kalmamı ister miydi acaba? "Mis gibi koktu, senin de saçlarını yıkayayım mı?"
"Senden sonra ben de banyo yapacağım."
"Tamam işte, ben seni banyo yaptırırım." Eğilip küvetin içine düşen şampuanı aramaya çalıştı. "Saçlarını da tayarım, bir de iki kulak yapayım."
Şampuanı bulup heyecanla bana yaklaştığında kafamı iki yana sallayarak elinden almaya çalıştım. Benimle savaşmak hoşuna gittiği için gülerek şampuanı kendisine çekti. "Dadım beni banyo yaptıyırken saçlarımı acıtıyordu, sen hiç acıtmadın," dedi, şampuanı açıp küvetin içine biraz daha sıktı, köpüklere bayılıyordu. "Bundan sonra beni hep sen banyo yaptır tamam mı?"
Sözümü yerine getiremeyecek olsam da, "Peki," dedim.
Bir süre daha kalıp onun enerjisinin düşmesini, sıkılmasını bekledim. Köpüklerden hevesini aldığında da durulayıp onu banyodan çıkarırken bir havluya sardım. Üst katta bulunan, Gece'nin yeni çarşaf serdiği odaya geçip onu yatağa bıraktım. Nil uyandığından beri başka bir evde olduğumuz için sorular sorup durmuştu.
"Buyası kimin evi?"
"Annemi de ayayabilir miyim?"
"Babama da Dalin sıkalım mı?"
Tekrar sormaya başladığı sorulara cevaplar verirken yanımda getirdiğim kıyafetlerden çıkarıp kalın bir şeyler giydirdim ona. Utanacağını bildiğim için çamaşırlarını giymesi için arkamı dönmüştüm. Sonra kalın taytla hırkasını giydirip düğmelerini ilikledim. Bu kıyafetler Karina'nın olduğu için ona biraz ufak geliyordu ama giyilmeyecek kadar da değildi. Saçlarını havluyla kurulayıp sonra da banyodan kurutma makinesini aldım, saçlarını kurulamaya başladığımda neşeyle zıpladı.
"Amoye mi," diyerek yanağımdan öptüğünde bana teşekkür ettiğini anladım.
Bir anda neşelendim. "Unutmamışsın," dedim.
"Unutmam tabii ki!"
Ben de onun yanağından öptüm. Saf masumiyeti yumuşacık yanaklarının altından görünen bir kızarıklıkla kendisini belli ediyordu. Doğrularak onunla aşağıya indim. Gece, hâlâ Nil için açtığımız çizgi filmi izlerken bizi fark etti ve Nil'e el salladı. "Nerede kaldın kelebek?"
Nil hayretle dudaklarını ayırıp bana döndü. "Kelebek mi? Neyede?"
Gece gülerek koltuktan kalktı ve yanıma kadar gelip Nil'i kucakladı, onunla koltuğa gidip oynamaya başladı. "Hani kelebek, hani?"
"Sensin işte. Senden güzel kelebek mi var?"
Nil ellerini yukarıya kaldırıp şaşkınlığını sürdürdü. "Yok aytık Gece, kelebek miyim ben? Tırtılım tıytıl!"
"Ee canım, tırtıllar büyüdüğünde kelebek oluyor."
Nil bu bilgiyi ilk kez duyuyormuş gibi hayrete düşüp ellerini ağzına kapatınca Gece epey güldü. Mutfağa geçip önceden hazırladığım portakal suyunu Nil'e verdim. Telefonum üst katta çalmaya başladığında merdivene baktım, içimden bir ses kimin aradığı hakkında bir şey fısıldamıştı.
"Genzine kaçmasın Gece, dikkat et," diye uyararak merdivene doğru yürüdüm, basamakları aramaya yetişmek için süratle çıkıp eşyalarımı çıkardığım odaya girdim. Meşgul olacağım, bana ulaşamazsın demişti ama üzerinden yirmi dört saat geçmeden telefon rehberinde benim adımı aramıştı.
Bir şey demeden açtım aramayı. Nefesini duydum ve konuşmamam üzerine, "Biz dün öpüştük, daha fazla nezaketi hak ediyorum," diye kinaye yaptı bana, sesi hafif alaycıydı.
Cevap vermeden sessizliğimi sürdürdüm. Bunun üzerine o alaycı sesi sıkıntılı şekilde bir daha çıkararak, "Dilini mi yuttun?" dedi.
Bunu planlamamıştım ama hoşuma gittiği için konuşmamaya devam ettim.
"Peki... Keyfim yerinde olsaydı seninle eğlenirdim ama bildiğin gibi, keyfim yerinde değil." Benimle nasıl eğlenebileceğini düşünürken, Deren boğazını temizleyerek ekledi. "Elinde, yüzünde yanık var mı? Kendini tedavi ettin mi?"
Bunu sormak için mi meşguliyetlerine bir süre ara vermişti? Ya da meşgul olduğu şeyler bitmiş miydi? Beni merak etmemişti bence, yanlış anlamıştı, beni merak etmek istememişti...
"Karmen!" Dedi, konuşmadığım için sinirlenerek.
"Benim bir şeyim yok. Ya senin?"
Sesimi duyunca direkt cevap vermedi. Sesime ya da cevap vermiş olmama karşılık içini çekip telefona doğru sesli, uzun bir nefes bıraktı. "Ben de iyiyim. Ellerimdeki kızarıklık geçti."
Niyeyse rahatladım. "Ellerine soğuk su döktük, işe yaramış olmalı."
"Sen döktün," dedi, önemli olan buymuş gibi, düzelterek. "Ellerine su dökelim, acımasın, dedin." Nedenini bilmiyordum ama ona söylediklerimi hiç unutmuyordu, kelimelerin yerlerini bile. Ve yine nedenini bilmiyordum ama bana söylediklerini unutamıyordum.
Tekrardan sustum ve Deren memnuniyetsizce, "Bu kadar uzun cevapsızlık beni sinirlendiriyor," dedi.
"Yanıp yanmadığımı sormak için mi aramıştın?"
"Evet!" Galiba biraz daha sinirlendi...
"Cevabı öğrendin. Niye hâlâ konuşuyorsun o zaman?"
Sanırım çok nazik (!) davranıyordum, öfkeli soluk almanın sebebi de bu nezaket karşısında ne yapacağını bilemiyor olmasıydı. "Neden olduğunu biliyorsun, dolambaçlı yollara sokma bizi."
Hayatıma aldığım tek erkeğin korkaklığından sonra Deren'in net cümleleri, cesareti düşüncelerimi ele geçiriyordu. Onunla ilgili şeyleri düşünmemi durdurmak için bana kötü yönlerini göstermesini istiyordum... Ama henüz bir tane bile bulamamıştım. "Hani meşgul olacaktın sen?"
"Sana meşgul değilim. Oldu mu?"
Bileğime doladığım, neredeyse her zaman orada olan kurdeleye baktım. "Oldu."
Sinirli mi yoksa dertli mi olduğunu anlamadığım şekilde iç çekti. "Birazdan gitmek için hazırlanmam gerekecek."
Bunu söylemeden de telefonu kapatabilirdi ama konuşmaya devam ediyordu, hattın diğer ucunda ben olduğum için. "Nereye gidiyorsun?"
"Dün arabada sana bahsetmiştim. Bu gece, benden istenileni yapmaya karar verdim." Gurur duymadığı bir şeyi söylüyor gibi sesi kısıldı ve kelimeleri yuvarladı. "Karmen... Eğer işler benim için yolunda gitmezse benim yerime Nil'i aramaya devam eder misin?"
Bir kalbin yerinden çıkışı buna benziyor. Şimdi yaşadığım şeye. "Sana... Ne olabilir ki?" Ne için kendini riske atıyordu? Bahsettiği kişi Feda'yı gerçekten bulabilecek miydi? Yoksa Nil'i ve beni mi bulacaktı? "Deren... Ben de seninle geleceğim."
Hattın ucundaki sakinlik bozuldu. "Hayatta olmaz!"
Gerilmeye başladım, çünkü neler olduğunu takip edemezsem tehlikenin ne kadar yakınımda olduğunu göremezdim. "Gelmek istiyorum Deren, her ne yapacaksan sana yardım ederim."
Kızmış gibi soluklanıp, "Bir suç işleyeceğimi biliyorsun," dedi.
"Sorun mu diye soruyorum kendime ama değil. Yanında olacağım."
"Asla olmaz!" Telefonu kapatmak üzereymiş gibi hızlıca yanıt verdi.
"Nerede olacağıma ben karar veririm. Seninle o an aynı yerde olmak istiyorum, bu seni ilgilendirmez. Beni ilgilendirir."
"Mantıklı konuşmuyorsun, kapat telefonu. Gelmiyorsun bir yere!"
"Seni görmek istiyorum," diye fısıldadım bu kez, yumuşak bir sesle.
Tekrardan konuşmayacakmış gibi oldu ama gözlerimi yummamı sağlayacak sesle, "En baştan öyle söylesene," dedi.
Küçük bir zaman dilimine çok karmaşık hisler sığdırarak, "Gideceğin yer için ne giymek üzeresin?" diye sordum.
Kapı kapatma sesi konuşmasının hemen arkasından geldi. "Siyah smokin?"
Bunu duyunca telefonu kulağımdan indirip aramayı sonlandırdım. Dün akşam yanıma getirdiğim kıyafetlerin yanına ilerleyip içerisine baktım. Smokin giyecek olması şık bir yere gitmeye hazırlanacağı anlamına gelirdi. Yanında gideceksem garip durmamam gerekirdi. Gece rastgele çantaya attığım kıyafetler arasında elime siyah bir elbise gelince kalkıp odanın camları önünde duran perdeyi çektim. Sonra da üstümdeki kıyafetleri çıkarıp elbiseyi giyindim.
Elbisenin ense kısmındaki kancayı takarken, anıları elbisenin derin siyahlığına karıştırıp yutkundum. Bunu bana, yirminci doğum günümde Dante almıştı. İtalya'dan gelirken yanımda getirdiğim az kıyafetten sadece birisiydi. Kancasını takıp elimi arkaya götürdüm, eğer yanılmıyorsam arkasında bir kelebek işlemesi vardı.
Odadan çıkıp merdiven korkuluğundan aşağıya, Gece'ye seslendim. "Çantanda bir ruj var mı?"
Gece ile Nil kafasını bana kaldırınca giydiğim elbiseye hayret ettiler. "Kaymen! Bu ne!"
Nil'e göz kırpıp bir açıklama bekleyen Gece'ye, "Ruj?" dedim.
Yerinden kalkıp dün akşam sehpaya koyduğu çantasını açarken, Nil'de koşa koşa basamakları çıkmaya başladı. Düşmemesi için hızla ona karşı yürüdüm ve basamakta bir araya geldiğimizde hayranlıkla beni süzdü. "Bayıldım sana!"
Alnımı alnına yaslayıp minik burnundan öptüm. "Biraz az bayıl küçük hanım, sürekli bayılıyorsun."
Utangaç bir gülümsemeyle elbisemin enseme doğru uzanan askı ipini çekince, doğrulup yanımıza gelen Gece'ye döndüm. Tereddütle bana bakıyordu. "Seni ilk kez bu şekilde görüyorum. Nereye böyle? Bir şey mi oldu?"
Tehlikeden uzak durmasını sağlamak için yine, "Bir şey yok, evden çıktıktan sonra ben seni arayana kadar beni arama, tabi önemli bir şey olmadıkça," dedim ona.
Kuşku içinde başını sallayınca, peşime düşen Nil ile odaya geri döndüm. Nil elbiseme dokunarak odadaki aynanın karşısına benimle geçti. Gece'nin verdiği kırmızı ruj ile maskaraya bakarak istemsiz şekilde yüzümde kullanmaya başladım. Garip durmaması, kıyafetimle bütünleşmesi için yüzüme hafif renk gelse yeterdi. Ruju dudaklarıma sürüp kirpiklerimi yoğun şekilde maskaraladım, ardından ruju parmak uçlarıma alarak yanaklarıma koydum. Neredeyse aylar sonra ilk kez yüzüme bu şekilde makyaj uyguluyordum. Kendime garip geldim. Çok boştu bunları yapmak, güzel olmamın bir anlamı da yoktu. Uzun süredir solgun olduğum için yüzüme gelen canlılığı garipsedim.
"Pembe mi o yuj?"
Nil sırtımdaki kelebek işlemesine dokunmak için zıplarken, "Kırmızı," diye düzelttim.
Eşyaları bırakıp yanımda getirdiğim çantaya ilerledim, içinde bir küçük çanta aradım ama bulamadım. Nil'i kucağıma alıp aşağıya indim ve Gece'nin siyah, gümüş zincirli çantasını boşaltıp yanıma alacağım eşyaları ona koydum. Gece etrafımda tereddütle dolaşırken, gece çıkardığım ceketi de yanıma aldım. Saçlarımı düzeltip kulağımın arkasına koyduğumda, Gece bana, elinde parlayan bir şeyle yaklaştı. Sol tarafıma uzanıp parlayan tokayı kulağımın biraz üstüne takarak saçlarımı geriye itmiş, yanağımı açmış oldu. "Çantamda kalmış bu da, sen tak. Çok güzel oldun ama merak ediyorum nereye gideceğini, söylesen keşke."
"Söyleyemem," dedim.
Nil aramızda zıplayınca Gece eğilip onu aldı, böylelikle Nil yaklaşıp yanağımdan beni öpebildi. "Ancak Karmen'i öp, beni hiç öpmüyorsun."
"O benim dadım dadım!"
Nil ona bunu anlatamıyormuş gibi isyankâr şekilde yanaklarını şişirirken, Gece'ye söyleyeceklerimi söyleyip kapıya ilerledim. Kapıyı açtığım gibi de Yaman'ın marketten geldiğini gördüm, beni süzerken elindeki torbaları kenara koyuyordu. Onu bir daha Nille bırakmaya güvenemediğim için, "Gidiyoruz," dedim. "Beni götürmen gereken bir yer var."
"Ben Gece'nin şoförüyüm."
Ben cevap vermeden Gece, "Ve ben seni bugün Karmen'in hizmetine veriyorum," dedi.
Nil kıkırdamaya başladı, sanırım ki Yaman'ın yüz ifadesine.
Evden ayrıldık ve dünkü gibi Yaman'ın yanına oturarak Deren'in evine gitmeyi bekledim. Kendi arabamı kendi evime göndermiş olabilirdi, bununla ilgili pot kırmamayı aklıma kazıdım. Deren'in evine gitmek sandığımdan uzun süreceği için beni beklemeden gitmesinden endişe duydum. Telefon görüşmesinin son saniyelerinde ılımlıydı ama net şekilde gelmemi kabul etmemişti. Şehrin merkezine yaklaştığımızda Yaman'a doğru baktım. Her zamanki sessizliği ve kıyafet gibi taşıdığı ciddiyetiyle yola bakıyordu.
Deren'in evine yaklaştığımızda onun görmemesi için arka sokakta indim. Yaman'a ihtiyacım olabileceği için ona uzaktan, Deren'e yakalanmadan beni takip etmesini söyledim. Deren kafası çok dağınık olduğu için onu fark edemeyebilirdi, ederse de birbirimizi tanımayacaktık.
Yol üzerinden bir mağazadan aldığım topuklu ayakkabıların üstünde Deren'in evinin bahçesine girerken, yan taraftaki bahçede duran Ece'yi gördüm. Çitlerin arasından göz attım, toprağı eşeliyordu, yanakları ve alnı çamur olmuştu. Çiçek mi dikiyordu ağaç mı bilmiyorum ama çok ilgili görünüyordu. Onunla konuşmaya vakit ayıramadan eve yürüdüm ama sanırım topuklu ayakkabının sesini duyup kafasını kaldırdı. Beni görüp nefes nefese, "Karmen abla, merhaba," dedi.
Üzerinde yine büyük gömlek vardı, altında da kot şort. Saçlarını dağınık topuz yapmıştı, saç tutamları kulaklığının üstüne dökülmüştü. Kuru şekilde, "Merhaba Ece," dedim. "Ne yapıyorsun?"
"Çiçek ekiyorum. Lale.”
Parmak uçlarımda biraz yükselip bahçeyi renklendiren çeşitli çiçeklere, bitkilere baktım. "Hepsini sen mi ekip büyüttün?"
Üzerimdeki elbiseden gözlerimi alamayıp biraz hayranlıkla baktı. "Hıhı. Annem biraz kızıyor, toprağı ektikçe böcek çıktığını söylüyor ama ben çiçeklere karşı koyamıyorum."
"Bir çiçek ekmene bile kızıyorsa, annene de karşı koyman gerekir." Göz kırptığımda hafifçe gülümseyip, "Bunu yapması senin için kolay gibi ama benim için zor," dedi.
"Annem yok ama babama bunun için karşı çıkardım."
Bana üzülerek bakmaya başladığında masumiyetine imrenerek arkamı döndüm. Aynı sırada Deren'in evinin kapısı açılınca parmaklarımı elimdeki cekete geçirdim. Deren, dediği gibi simsiyah smokini içinde iki basamağı inip cüzdanını arka cebine atarken kafasını kaldırıp beni gördü. Kalbimi askıya almasaydım o bakışları görünce çarpar mıydı acaba? Düşünüyorum da bana böyle bakması her şeyi daha da mı çıkmaza sürükleyecek? Düşünüyorum da beni her gördüğünde duraklaması, hiçbir şeye vakti yokken beni izlemek için zaman ayırması kimin kimi mahvettiğini değiştirecek mi?
Öne çıkıp yanıma gelirken, "Karmen?" dedi.
Ayakkabımın topuğunu gerginlikle yere sürtüp, "Seni çıkarken yakaladım, zamanlamam harika," dedim.
İlk gördüğü an bakmıştı. Yanıma yürürken bakmıştı. Yetmemiş gibi başını eğip bir daha baştan aşağıya bana bakıp gömleğinin yakasını yavaşça çekiştirdi. "Sana yakalanmadan kaçmaya çalışıyordum."
Kızgınlıkla gözlerimi kısıp yere sürttüğüm ayakkabımın topuğunu ayağının üstüne bastırdım. "Çok alçaksın."
Elini gömleğinden çekip gözlerini boynumda, omuzlarımda, bileklerimde yavaşça gezdirdi ve sonra gözlerini kırpıştırıp siyah kundura ayakkabısına baktı. "Sanırım bilmiyorsun ama biz Türklerde ayağa basma evlenirken yerine getirilen bir gelenek."
"Tabi, daha önce evlendiğin için biliyorsun," dedim, ipek kravata bakarak.
Gelen rüzgâra bakıp bana doğru yaklaştı. Bir an sandım ki, kollarını etrafıma dolayıp esen rüzgârı önleyecek. Kendisi de bunu yapacakmış gibi ellerini cebinden çıkardı ama sonra baş parmaklarını ezdi. "Topuğun hâlâ ayağımın üstünde. Sanırım benimle uzun bir evlilik istiyorsun."
Topuğumu çekip gerilerken gözüme Utku çarptı ve bakışlarımız birleşti. Kapı pervazına yaslanmıştı. Altında yalnızca bir eşofman vardı, abisi ile geçirdiği esnek bir hayatı olduğu için her ikisi de genellikle evde üstsüz oluyordu. Gözlerinden uykusuzluk adeta akıyordu. Deren'in gözleri ile o kadar benziyordu ki, ister istemez Utku'nun gözlerine de hayran oluyordum. Bendeki farklılığı görüp kıyafetime doğru bakarken, "Çok güzel olmuşsun," dedi.
"Centilmenlik tacını abinden çok sen takıyorsun galiba," dedim.
Abisine doğru serçe bakıp sonra bana, "Abim söylemiyor, sen nereye gittiğinizi söyle bari," dedi. "Yemeğe mi çıkıyorsunuz? Nil kayıpken mi?"
Abisine haksızlık ediyordu. Deren omzunun üstünden kardeşine bakıp da artık çaresiz kalmış gibi nefesini üfledi. "Yemeğe çıkmadığımı söyledim sana. Keyifli vakit geçirebileceğimi nasıl düşünüyorsun?"
"Süslenip püslenmişsiniz," dedi, sinirlenmiş halde.
"İşleri vardır belki," diye Ece mırıldanınca Utku, onun sesine doğru döndü. Bakışındaki ifadeden anladığım, Ece'nin orada olduğunu bildiğiyle. Burnundan nefes alıp, "Abimle konuşuyorum," diye cevap verdi.
Ece ellerini birbirine sürterek ovalarken, "Ben de ortaya söyledim, üstüne alınmana gerek yok," dedi.
Utku onun çamur bulaşmış yüzüne, ovuşturduğu ellerini doğru bir süre izleyip ardından bakışlarını kaçırdı. "Salak değilim. Bana dediğini anladım."
"İlk söylediğin hakkında şüphelerim var," dedi Ece ve sonra Utku'nun ona sertçe dönen gözlerine bakıp hızla arkasını döndü, evine doğru koşmaya başladı. Kapıyı, arkasından biri geliyormuş gibi hızlıca kapattığında, Deren'in alçak tondaki, önleyemediği gülüşünü duydum. Ben ona bakarken, genzini temizleyip gülüşünü toparladı ve göz ucuyla kardeşine baktı. Utku hâlâ Ece'nin arkasından, dudaklarını ısırarak bakarken abisinin izlediğini görüp bu tarafa döndü ve işaret parmağını bize salladı. "Bunu unutacaksınız!"
İçeriye girip kapıyı çarpınca önüme dönüp Deren'den uzaklaştım. Onun evinin önünde duran arabasına ilerlerken de hâlâ gelmediğini görüp bir daha baktım. Sırtıma bakıyordu.
"Arabayı açacak mısın?"
Gözlerini başka yere çevirmeden eliyle arabasını gösterdi. "Bin."
Arabaya gidene kadar arkamda kaldı, peşimden geldi. Koltuğa yerleşip çantayla ceketi sağ dizimin üstüne koydum. Deren kendi tarafına oturup arabayı çalıştırınca direksiyonu tutuşundaki gerginliği izledim. Siyah ceket üzerine enfes bir uyumla oturmuştu. Ne çok geniş ne de dardı. Kravatını henüz bağlamamıştı, acaba o da benim gibi boğulduğu için boğazlı şeyler giymekten hoşlanmıyordu? Bacaklarını saran ütülü kumaş pantolonuna göz atıp pantolon ağına kadar takip ettim. Kafam arkaya düşerken Deren yanına bakıp, "Ne?" dedi.
Gözlerimi daha yukarıya alıp, "Çok gerginsin," dedim.
Elinin tersiyle alnını sildi. Saçları artık daha kısaydı, onu bu saçla daha çok beğenmiştim. "İnce bir ip üzerinde ilerliyorum. Nil için göze alamayacağım hiçbir şey yok. Fakat sonuçları istediğim gibi olmadığı takdirde onu aramak için şu anki kadar şansım da olmayabilir."
"Ne yapmak üzere olduğunu bana söyle," dedim.
Kravatını iki yana düşen göğsünden çekip aldı, elinin etrafına dolayıp onunla ilgileniyormuş gibi bir süre yolu izledi. "Benimle gelmen bile hata. Sessizce işimi halletmeli, olduğunca az dikkat çekmeliyim." Bana dönüp vücudumu saran kıyafetime, dinleyen yüzüme baktı. "Sen yanımdayken nasıl dikkat çekmemeyi başaracağız?"
Elimi çıplak diz kapağıma koydum. "Beni dikkat çekici yapan kıyafetim mi?"
"Bütünün."
Sol elinin baş ve işaret parmağıyla şakaklarını iki yandan sıkıp sonra da camı indirdiğinde çok zorlandığını gördüm. Ne için zorlandığını tam bilmiyordum. Belki de her şey için zorlanıyordu. Söyledikleri, yaptıkları, hissettikleri yüzünden zorlanıyordu, Nil'in yokluğuyla ve benim varlığımla zorlanıyordu.
Suratımı diğer tarafıma dönüp gökyüzünde koyulaşan rengi izlerken ağzımı hiç açmadım. Benim için yapması zor değildi, kolaylıkla sustum. Bileğimdeki ince kurdeleyi okşayarak arabanın hızını, yavaşlayana kadar takip ettim.
Araba durduğunda nereye geldiğimize hâkim olmak için etrafı süzdüm. Yolu iki yandan saran uzun, sık ağaçlara bakarken, Deren'in indiğini görüp kapımı açtım. Topuklular üzerinde dengemi sağlayıp ona dönünce, çenesiyle ceketimi işaret etti. Omzumu silktim ve Deren elindeki kulaklığı kulağına yerleştirirken, uzaktan bir ses duyduğumu hissettim. Kulaklığıyla uyumu sağlayıp kravatını boynuna bağlamaya başladı ve işi bittiğinde, elini bana uzattı. "Oraya dek beraber gideceğiz fakat içeriye girdiğimizde yanımda görünme."
İşlerini bozmamak adına kafamı sallayıp elini tuttum. Terlemiş avucu buz gibiydi. Benim elimde aynı soğukluğu, aynı uyumu yakalayıp büyük elini elimin üstüne kapattı ve yolun sol tarafına geçip ağaçların arasından süzüldü. Nil'i o kadar şefkatle sevdiği için, bana dokunuşunda da o şefkati hissedip yutkundum ve ışıklar gözlerimi alınca kafamı yukarıya kaldırdım.
İki yüz, üç yüz metre ileride büyük, etrafı camlarla kaplı bir bina vardı. Etraf park edilmiş bazı arabalarla çevrelenmişti. Camlardan içeriye bakınca insanların üçüncü katta yoğunlaştığını gördüm, şık bir restorandı. Etrafta birkaç bina daha vardı ama sakin, gözden uzak bir yerdi.
"İçeride devlet adamları mı var?"
"Bazı milletvekilleri akşam yemeklerini burada yer."
"Senin milletvekili hangi partiden ya?"
Bana dönüp şöyle bir baktı, kırmızı rujumu inceledi kısık gözleriyle. Önüne dönerken de şakağından bir damla ter kaydı. Üzüldüm ama vazgeçmedim. Uzak olduğunu sanırken aslında ne kadar yakın her şeye... Ben de yakınım her şey olabilecekken hiçbir şey olmaya...
İki yana açılmış geniş kapıdan girdiğimizde sarı saçlı, üniformalı bir kadın polisle güvenlik görevlisinin yan yana lafladığını gördüm. Deren her ikisine de kartını gösterince, onun geçmesine izin verdiler ve sonra kadın polis beni yakından inceledi. Cihazdan geçmem yetmedi, ellerini üzerimde dolaştırıp kulak arkama, kısa saçlarımın arasına baktı. Sonra kafasını sallayıp Deren'e onay verdi. Bizi izleyen Deren'e ilerleyip kadının bozduğu saçlarımı asabiyetle düzeltirken, sağ tarafa dönüp asansörü çağırdığını gördüm. Üçüncü kattaki asansör indiğinde Derenle aynı anda içeriye girdik.
"Yukarıya çıktığımızda ayrı ayrı içeriye girelim, beni tanımıyormuş gibi davran," dedi, çıkacağımız katın tuşuna dokunarak. "Ben seni aradığımda burayı terk edersin, ya ben olurum ve seninle gideriz ya da polislere söylersin senin için taksi çağırırlar."
"Burada nasıl bir suç işleyeceksin?" diye sordum.
Kafasını çevirip asansör içindeki kameraya bakıp beni kollarımdan tuttu, sırtımı kameraya çevirip görünmemi biraz daha engellemiş oldu. Çıplak kollarımdaki kollayan ellerine bakarak dudağımı kıvırdım. "Hâlâ geri dönebilirsin Karmen, senin için bir taksi çağırırım."
"Gidebilirsin dediklerini böyle kendine çekip sıkıca tutar mısın?" dedim, kollarımdaki ellerinden gözlerimi ayırmadan.
Kollarımı dirseklerime kadar takip ederek bileğimdeki kurdeleye baktı. "Keşke hislerimle hareket edebilseydim."
"Ne yapardın o zaman?"
Asansör kapıları açıldığında Deren beni bırakıp kapıya döndü, ineceğini sandım ama bir anlık duraksamadan sonra asansörün başka düğmesine basarak kapıları örttü. Ellerini yüzünde dolaştırıp sonra bir daha kravatını, bozulmamış olmasına rağmen düzeltirken, "İkimiz hakkında konuşulacak yer burası değil," dedi.
İkimiz... Biz…
Yaklaşıp kravatındaki stresli ellerini tuttum ve yavaşça aşağıya kadar indirdim. Yavaş olmasının sebebi ellerinin elimde fazladan durmasını istememdi.
Ellerini aşağıya bırakıp topuklu ayakkabımın üstünde biraz daha yükseldim ve yüzümü yüzüne sürterek dudaklarımı yanağına bastırdığımda, kolumu beline dolayarak avucunu sırtıma kapattı. Onu, ses çıkaracak kadar içten şekilde öpüp, "İyi şanslar," diye fısıldadım. Diyeceğimi dedikten sonra bile dudaklarımı çekmek istemedim, yanağındaki pürüzsüzlük çok hoşuma gittiği için hafifçe kokladım.
"Benim gibi bir adam için büyük lütuf," dedi, onu öptüğüm için.
Yutkunarak geriye çıktım ama elinin izin verdiği kadar uzaklaştım. "Lütuf... Çıkaramadım kelimeyi?"
Parmaklarımı çıplak tenimde dolaştırırken gözlerini gözlerimden an olsun çekmedi. Böyle bakmasının, gözlerinin bu hale dönmesinin sebebi benmişim ve bunu göstermek istiyormuş gibi. "Bence çıkardın da hoşuna gittiğinden duymak istiyorsun," dedi.
Bu gerginliğin, arzunun ortasında hafifçe gülümsedim ve o saniye gözleri dudaklarıma kayan Deren, beni elbiseyle gördüğünde bile demediği bir şeyi dedi. "Çok güzelsin," dedi, gülümsemem gerçekten giyinip kuşanmamdan, kırmızı ruj sürüp karşısına geçmemden daha mı güzel gösteriyordu beni? "Hem de her zaman. Ama gülümserken bir başka."
Beni yeniden yutkunmak zorunda bırakan kelimeler... Kafamda durup durup düşüneceğim kelimeler... Karşı çıkmam gerekirken umut bulduğum kelimeler...
Elimi yanağına götürüp rujumun izini silerken gözlerini kapatıp sert bir nefes aldı.
Ardından son kez kravatını, ceketini düzeltip önüne döndü. Kapıları açtı ve çıkmadan önce bana keskin bakışını attı, bunun, söylediklerini dinlemem için olduğunu anladım. Onun biraz uzaklaşmasını bekleyip ben de asansörden çıktım ve kırmızı halının üzerinde, aramıza kattığı mesafeyle ilerledim. Önünde duran, iki yana açık kapılardan içeriye girip kalabalığa karıştığında omuzlarımı dikleştirip onu taklit ettim. İnsanların yemek yediği salona girip Deren'den ayrı yere doğru yürüdüm.
İçerisi çok genişti, Türk musikisine ait bir müzik sessizce çalıyordu. Yuvarlak, büyük masaların etrafına insanlar oturmuştu. Birkaç masa vardı, normal insanların da olduğuna emindim. Ayakta, salonun köşelerinde duranlarsa polis ve daha genç yaşta korumalardı. İlerideki kadın polise doğru bakıp rotamı salonun diğer köşesine çevirdim, boş bir yemek masasına otururken, garsonun birisi koltuğumu çekti. "Hoş geldiniz."
Çantamı ve ceketimi masanın kenarına koyup başımı salladım ve ellerimi çenemin altında birleştirip Deren'i aradım. Bir adamla konuşuyordu, sanırım henüz kendi milletvekili gelmemişti.
"Bir arzunuz var mı?"
"Birazdan," dedim garsonu göndererek.
İçeriye iki koruma eşliğinde birisinin daha girdiğini gördüm. Deren o tarafa ilerlemeye başlayınca da onun milletvekili olduğunu anladım. Deren'den büyüktü ama yaşlı değildi, kırk yaşında olduğunu bile söyleyemezdim. Adam Deren'i görünce içtenlikle gülümsedi ve Deren kulağına eğilip bir şey söyledi, sonra da onunla masaya yürüdü.
Çenemi elimin içine yaslayıp yerine geri dönen, düz düz ileriye bakan Deren'i izledim. Bir yanında polis, diğer yanında milletvekiliyle içeriye giren korumalardan bir tanesi vardı. Önümden geçen beyaz gömlekli garsonu durdurup, "Beyaz şarap," dediğimde, kibar gülümsemesiyle notunu alıp uzaklaştı.
Şarabım gelene kadar gözlerimi Deren'den ayırmadım. İnsanların birbirinden ayrı masalarda yemek yiyor, gülüyordu. Çatal bıçak seslerine çalan müzik karışıyordu. Deren neredeyse duruşundan hiç taviz vermeden milletvekilini izlemeye devam ederken, yanımda bir gıcırtı duyup kafamı kaldırdım. Bir adam masamdaki sandalyeye çarpmıştı. Geri çıkıp sandalyeyi düzeltirken, "Affedersiniz," dedi.
"Manzaramı kapattınız," dedim.
Camlara dönüp dışarıdaki karanlığa baktı. "Üçüncü köprü biraz görünüyor ama manzara sayılacak kadar da değil."
Kendisine açıklama yapmadan izlediğim birkaç saniyeden sonra, “Tekrar kusura bakmayın," diyerek yoluna baktı. Kulağındaki cihazdan anladığım kadarıyla o da bir korumaydı.
Tekrar önüme dönüp aynı yere baktım ama... Deren yoktu.
Kaşlarım hemen çatıldı ve nereye kaybolduğunu anlamadığım için gerildim. Etrafa, salonun içine göz gezdirdim fakat bir iz bulamadım. Masadan hiddetle kalktığımda kadehim devrildi ama umursamadım. Ceketimle çantamı alıp, milletvekili masasına da baktım. Milletvekili ve korumalar oradaydı ama Deren ayrılmıştı.
Salonun çıkışına ilerleyip dışarıya adımımı attığımda asansörün kapandığını gördüm. Deren miydi? Nereye gidiyordu? Asansörlerin oraya ilerledim ve bir diğerine bindim, bu kadar çabuk ne yapacağını düşünerek indim. Etrafımda yine Deren'i arayıp bulamayınca, bir süre önce girdiğimiz kapıdan dışarıya çıkıp çevreye baktım. Karanlıkta ilerleyen gölgeyi görüp daha sessizce peşine düştüm.
Kulağındaki cihazı çıkarıp bir köşeye fırlattığında biraz duraksadım, daha ne kadar ilerlersem işlerini batıracağımı düşündüm. Fakat Nil benimleydi, bu yüzden her şeyden haberimin olması lazımdı. Onun ilerideki, iki katlı görünen bina kapısından girdiğini görünce bir süre olduğum yerde kaldım ve sonra topuklularımı çıkarıp ses çıkarmaması için orada bıraktım. Ardından da ayağıma ne batacağını umursamadan koştum.
Binanın içine girince hiçbir ışık yanmadı, böylelikle kullanılmadığına emin oldum. Yukarı kattan adım seslerini ve hırıltıyla alınan nefesleri duyarak basamakları tırmandım. İkinci kata geldiğimde kafamı kaldırıp baktım, Deren'in çatıya çıktığını görünce de nefesimi tuttum.
Birisini vurmak için çatıdaydı...
Yedi yüz metre mesafeden demişti... Yedi yüz metre mesafe... Uzaktan vurmakta iyi.
Yürüyüp ben de çatı katının kapısına ulaştım ve arkası bana dönük olan Deren'e baktım. Arkası bana dönüktü, önünde bir şeyle uğraşıyordu. Az sonra kravatı elinden sarkmaya başlayınca onu boğan, evden çıktığından beri takmak istemediği şeyi çıkardığını anlamış oldum. Ceketi elinin hareketiyle geriledi ve belinden silah çıktı. Silahı sol eliyle tutmaya başladı, o an bir daha solak olduğunu ve kurşun sıkarken de sol elini kullandığını fark ettim.
Nil için yapmak üzereydi ama kimi vuracaktı?
Kendisine, "Bırak, şerefin de olmasın," diye fısıldadı, kendisini bunu yapmaya ikna ediyormuş gibi.
Nabzım hızlandı.
"O Nil olabilirdi, morgdaki küçük kız Nil'de olabilirdi."
Sanki bunu düşünmek yeterince ikna edici olmuş gibi kafasını sertçe sallayıp silahın ucuna susturucu takmaya başladığında, engel olup olmamak arasında kaldım. Bir adım daha öne çıkıp kendimi belli edecektim ki, Deren ani bir şekilde kafasını kaldırdı, ardından da omzunun üstünden dönüp bana baktı. Koruma içgüdüsüyle beni hissettiğini anlayıp yutkunduğum sırada gözünden ateşler yükseliyordu. "Canın yanana kadar ileriye gitmekten korkmuyorsun değil mi?" diye kükredi bir anda.
"Kimi vurmak üzeresin?"
Silahı boşluğa doğru öfkeyle çevirip, "Milletvekilini," dedi tek nefeste. "Oldu mu? Rahatladın mı? İstediğini öğrendin, git artık!"
Yanına kadar yürüyüp o bana daha da sinir olurken ilerideki restaurant binasına doğru baktım. "Korumalığını yaptığın milletvekilini mi?"
Beni dirseğimden tuttuğu gibi sürüklemeye başladı, ayaklarımı bastırıp kalmak için diretsem de karşı koydu. "Evet, bizzat onu. Ne kadar alçak olduğumu teyit ettin, artık bir dakika daha durma burada!"
"Bir dakika da dururum, on dakika da!"
"Duramazsın efendim, duramazsın!"
Kafamı çevirip suratımı koluna gömdüm, sertçe ısırmaya başladığımda hızla benden uzaklaşıp silahını uzağa tuttu. "Aptal! Elimde silah var, ısırılır mı elinde silah olan adam!"
Çıplak ayaklarımla önünde yer aldım ve parmak uçlarımda yükselip silahı elinden almaya çalıştığımda, gözleri anlayamadığı için irileşti. "Ben yaparım," diye fısıldadım, kara gözlerinin içindeki alevlere sürüklenerek. "Madem Feda'yı bulacağının garantisini vererek milletvekilini öldürmeni istediler... Ben yaparım Deren. Sen şereflisin, yüreğin bu adiliği kaldırmıyor ama ben yaparım."
Silahı parmaklarının arasından alıp geri çekildiğimde bunu yapabildiğime hayret edip silaha baktı. "Sen," dedi dertliymiş gibi, yüz buruşturarak. "Sen asıl beni öldürmek istiyorsun! Ayakların neden çıplak senin!"
Sırtımı ona dönüp silahı yukarıya kaldırdım ve göz hizama kadar çekip, dürbününden bakmaya başlarken, "Yok kardeşim, benim bu cesaretle başa çıkmayı öğrenmem lazım," diyerek sertçe arkamdan geldi. "Silahımı verip git buradan."
Gitmeyeceğimi yenilemek üzereydim ki, aniden cam patladı. Yalnızca bir saniye sonraydı, Deren üstüme kapanarak bizi aşağıya çekti ve kollarını, tek bir nefes alamayacağım şekilde etrafıma sardı. Dizlerimi çekmiş, yüzüm Deren'in boynuna saklanmış şekilde buldum kendimi ve düşen camların, bağırmaların sesini duyup ellerimi onun etrafına dolamaya çalıştım. Fakat beni dışarıdan, biz koza gibi sardığı için ona hapsedilmiş, kıpırdayamıyordum.
"Çelik yeleğin var mı üzerinde?" diye sordum. Var olduğunu anlamıştım ama emin olmam lazımdı.
Kulağıma doğru, "Evet," diyerek, "İyi misin?" diye sordu.
"Önüme atladın..."
Deren, "Sakın kalkma!" diye bağırarak doğrulunca gözlerimi kırpıştırıp önümde dikilen bacaklarına baktım. Ayağa kalkmış, etrafta başka bir suikastçıyı ararken, "Başka birisi de milletvekilini vurmaya çalıştı," dedi. "Binaları kontrol edecekler, derhal çıkmamız lazım!"
Ayağa kalkmak üzereyken fark edip bana döndü ve derhal benimle aşağıya eğilip kırdığı dizlerinin üstünde bana baktı. Silahtan, gelecek bir kurşundan korkmuyordum ama ona denk gelsin istemiyordum. "Sen hiç mi laf dinlemezsin Karmen!"
Beni tutan, koruyan ellerine bakıp iç çektikten sonra çenemi kaldırdım. "Sen de kalkma o zaman! Hâlâ etraftadır, kurşun gelebilir."
"Var ya derdimi seveyim arkadaş..."
Söylene söylene doğrulduğunda, sözümü dinlemediği için sinirlendim. İlerideki binaların çatısına bakarken, ben de bir hışımda kalktım ve elimdeki silahı tutarken, dışarıdaki karmaşaya baktım. Aynı esnada Deren irkilip kafasını hızlıca çatının kapısına çevirdi, birisinin geldiğini anladı ve ikimiz de hareket etmeden iki silahlı, takım elbiseli adam çatıya girerken, Deren'i görüp duraksadılar. Ardından karşısında, elinde silah tutan bana döndüler ve öndeki adam kulağındaki cihaza, "Buldum," diye seslenip silahı bana kaldırdı.
Diğeri arkadan çıkarak Deren'e baktı. "Deren abi, kulaklığın nerede? Suikastçıyı bulduğunu neden haber vermiyorsun?"
Deren, işlerin kontrolünden çıktığını anladığı o an dönüp bana baktı.
"Evet," diyerek silahı Deren'e doğru kaldırdım. "Suikastçıyı buldu."
O ipe kendimi koyduğum için duyduğu öfke gözlerinden okunurken, iki tane adım sesi duydum ve sonra Deren'in bakışları korkuyla arkama kayarken, boynumda bir soğukluk hissettim. Bir anda vurulduğumu düşündüm ama kan sızmıyordu. Aniden gücümü kaybettim, Deren'e doğrulttuğum silah avuçlarım arasından kayıp yere düşerken, vücudum da bana sertçe gelen Deren'in kollarına doğru düştü. Ve öfkeli bir suçluyu tutması gereken Deren'in beni bir çiçeği tutar gibi hassasiyetle tutması, bana fısıldadıklarıyla beraber zihnimde kalan son şey oldu. "Seni sorgulayacaklar. Bir ajan olduğunu düşünecekler. Uyandığında hareket etmeden önce bağlı olacağını unutma, bileklerini çekiştirip de canını acıtma..."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...